Skip to content
2000 TL ÜZERİ KARGO ÜCRETSİZ!

Expert Perspectives

Retinol Nedir? Kozmetikte Kullanımı ve Bilinmesi Gereken Sınırlamalar - ya da multicosmetics

Retinol Nedir? Kozmetikte Kullanımı ve Bilinmesi Gereken Sınırlamalar

Derimiz, en büyük organımızdır ve çeşitli bağışıklık savunma stratejileri aracılığıyla iç organlar ile dış mikrobiyal dünya arasında önemli bir bariyer görevi görmektedir(1,2). Bu bariyerin birçok iç ve dış etken nedeniyle hasar gördüğü bilinmektedir. Güneş ışınları nedeniyle lekelenme, yaşla beraber kırışıklık oluşumu, hormonlar nedeniyle sivilce oluşumu gözlenebilmektedir. İnsanlar bu değişiklikleri olabildiğince azaltmak ve daha sağlıklı bir cilde sahip olmak için çeşitli cilt bakım ürünlerini yüzyıllardır denemiştir. Bu içeriğimizde de size bu maddelerden biri olan retinolden bahsetmek istiyorum. Retinol aslında A vitamini olarak da bilinen retinoid ailesinin bir üyesidir. A vitamini ailesi; retinoik asit, retinoik asit esterleri, retinol esterler, retinaldehit ve retinol içerir, bu ailenin üyeleri kozmetik ve eczacılıkta yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu ailenin bazı üyeleri yurt dışında reçete ile satılırken bazı üyeleri reçetesiz bir şekilde kullanıma sunulmaktadır. Retinol, daha hafif olan bir üyedir ve dermokozmetik ürünlerde daha sıklıkla kullanılır(3-5).   Kozmetik ürünlerde retinol, deride hücre yenilenmesini, kolajen ve elastin gibi deri sıkılığını etkileyen kimyasalların üretimini teşvik edebilmesi gibi özellikleri nedeniyle cilt dokusunu iyileştirebildiği, kırışıklıkları ve sivilceleri azaltabildiği için yaşlanma karşıtı ve akne giderme amacıyla sıklıkla kullanılır(6,7). Retinol Kullanımının Cilt Bakımındaki Önemi ve Faydaları Nelerdir? Retinol, cilt bakımı için son senelerde kozmetik formülasyonlarının içinde daha çok karşımıza çıkan bir bileşiktir. Son pazar eğilimlerine göre, tüketiciler giderek daha hızlı güzelleşmek ve cilt durumunu daha hızlı iyileştirmek için daha yüksek etkili ürünler beklemektedir. Hem dermatolog topluluğu hem de kozmetik endüstrisi, iyi tasarlanmış formülasyonlar ve ürünler aracılığıyla işlevsel sorunları ele almayı, cilt görünümünü iyileştirmeyi ve tüketici beklentilerini karşılamayı ummakta ve bunun için çalışmalar yürütmektedir(8). Peki retinolün faydaları nelerdir kısaca bakalım. Retinol anti-aging etkileri nedeniyle yaşlanmayla ortaya çıkan değişikliklerin ortadan kaldırılması amacıyla kullanılmaktadır. Kolajen ve hücre yenilenmesini destekleyerek kırışıklıkların, ince çizgilerin ve sarkık cilt görünümünü azaltmaya yardımcı olur. Retinol cilt gözeneklerini temizlemeye, iltihabı azaltmaya ve akne oluşumunu önlemeye yardımcı olabilir, bu da onu akneye yatkın ciltler için etkili bir bileşik haline getirir. Son olarak retinol, ölü deri hücrelerinin dökülmesini ve yenilerinin oluşmasını teşvik ederek cilt dokusunu iyileştirir, cilt tonunu eşitler ve genel cilt parlaklığını artırır (9) Yapılan klinik çalışmaların birinde düzenli olarak %0,1 konsantrasyonda retinol ürünleri kullanıldığında kırışıklık karşıtı etkilerine ek olarak, cilt dokularında, elastikiyetinde, sıkılığında, gözeneklerinde, parlaklığında ve deri tabakasının neminde iyileşmeler gözlenmiştir(8). Kozmetik Ürünlerde Retinol Konsantrasyonu: Ne Kadar Güvenli Güçlü yaşlanma karşıtı özelliklerine rağmen, retinol kararsız, ışığa ve oksijene duyarlı ve tahriş edicidir, bu da güvenli ve etkili retinol formülasyonlarının geliştirilmesini acil bir ihtiyaç haline getirir(10). Tabii ki de geliştirilen formülasyonlardaki retinol konsantrasyonuna da dikkat edilmesi gereklidir. Toplumun, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi tarafından belirlenen A vitaminine genel maruziyetinin üst alım seviyesini aşabilme potansiyeli nedeniyle retinol kullanımı ile ilgili güvenlik endişesi oluşmuştur. Kozmetiklerde A vitamininin kullanımının güvenli olduğunu belirten Tüketici Güvenliği Bilimsel Komitesi (SCCS), kozmetik ürünlerden kaynaklanan A vitamini katkısının, gıda ve takviyelerden en yüksek düzeyde A vitaminine maruz kalan tüketiciler için endişe verici olabileceğini belirtmiştir. Avrupa Birliği, retinol, retinil asetat ve retinil palmitat gibi A vitamini türevlerinin kozmetikte kullanılma sınırlarını revize etmiştir. Retinol eşdeğerlerinin güvenli konsantrasyonları vücut losyonlarında %0,05, diğer durulanmayan ve durulanan ürünlerde (güneş kremleri, kırışıklık karşıtı kremler, göz kremi vb.) ise %0,3 ile sınırlandırmıştır. Ayrıca, A vitamini içeren ürünlerin etiketlerinde, tüketicilerin günlük A vitamini alımını dikkate almaları gerektiği konusunda uyarı bulunması zorunlu kılınmıştır.1 Kasım 2025'ten itibaren bu maddeleri içeren ve koşullara uymayan kozmetik ürünler AB pazarında yer alamayacak ve 1 Mayıs 2027'den itibaren piyasada bulundurulmasına izin verilmeyecektir(11). Retinol İçeren Ürünleri Kullanırken Dikkat Edilmesi Gereken 5 Önemli Nokta Birçok kimyasal gibi retinolün de kullanılması esnasında dikkat edilmesi gereken noktalar vardır. Retinol kullanımı kolay ve etkili bir bileşen olsa da dikkatsiz kullanıldığında ciltte istenmeyen sorunlara yol açabilmektedir. Bu nedenle retinol içeren ürünleri kullanırken dikkat edilmesi gereken önemli noktaları sizinle paylaşmak isteriz. İlk öncelikle cildinizi iyi tanımanız gerekmektedir. Hassas veya atopik cildiniz var ise kullanacağız konsantrasyon değişecektir. Cildinizin ihtiyacı olan ürünü ve konsantrasyonu bulmak için sabırlı olmanız ve en düşük konsantrasyona sahip ürünlerden başlamanız gerekmektedir. Düşük konsantrasyonla başladığınız gibi haftada 1 veya 2 kez kullanarak başlamanız gerekmektedir. Cildiniz alıştıkça konsantrasyonu arttırmadan önce kullanma sıklığınızı arttırabilir ve süreci takip edebilirsiniz. Ürünü kullanırken cildinizi nemlendirmeyi unutmamalısınız. Remedium SOS Onarıcı Bakım Kremi’ni denemek isteyebilirsiniz. Ürünleri gece kullanmanız ve sabah olduğunda mutlaka yüksek korumalı güneş kremi kullanmanız gerekmektedir. Daha önce kullanmadığınız için cildinizi iyi takip etmeniz, tahriş edici diğer ürünlerde aynı anda kullanmamalı ve aşırı tahriş olma durumunda kullanmayı bırakıp doktora görünmeniz gerekmektedir. Retinol içeren ürünleri bu şekilde kullanmak ciltteki tahrişi azaltır ve etkin sonuçlar almanızı sağlar(12). Hassas Ciltler İçin Retinol Alternatifleri ve Doğal Çözümler Özellikle de hassas cilde sahip insanlar için retinol bazı istenmeyen yan etkilere sebep olabilmektedir. İlk sırada cilt tahrişi geliyor. Sık ve yüksek dozla kullanılmasa bile hassas ciltli insanlarda retinol kızarıklığa, tahrişe ve hatta soyulmaya neden olabilmektedir. Bunun dışında güneşe karşı aşırı hassasiyet de söz konusudur. Eğer yüksek konsantrasyona sahip retinol ürününü sıklıkla kullanıyorsanız hassas bir cildiniz olmasa bile bu şekildeki kullanım da aynı sorunlara neden olabilecektir. Neyse ki, istenmeyen yan etkiler olmadan benzer faydalar sunan retinole birkaç alternatif var. Retinolü denediyseniz ancak çok sert bulduysanız işte hassas ciltler için birkaç retinol alternatifi: 1. Bakuchiol Babchi (Psoralea corylifolia) bitkisinin tohumlarından elde edilen bakuchiol, retinole doğal bir alternatif olarak popülerlik kazanmıştır. Temiz cilt bakımının yükselişi ve popülerliğiyle birlikte, Bakuchiol, kolajen üretimini uyararak ve hücre yenilenmesini destekleyerek retinole benzer şekilde çalışır ancak bununla ilişkili tahrişe neden olmaz. Bakuchiol cilde naziktir ve bu da onu hassas cilt tipleri için uygun hale getirir. 2. Alfa Hidroksi Asitler (AHA'lar) Glikolik asit ve laktik asit gibi AHA'lar, ölü deri hücreleri arasındaki bağları çözerek alttaki daha pürüzsüz, daha parlak cildi ortaya çıkaran kimyasal peelinglerdir. Cilt dokusunu iyileştirmeye, koyu lekelerin solmasına ve ince çizgilerin ve kırışıklıkların görünümünü azaltmaya yardımcı olurlar(9). AHA içeren ürünlerin etkinliğine dair klinik kanıtlar, hafif akne veya akneye eğilimli ciltler ve yaşlanan ciltler, özellikle fotoyaşlanmış ciltler için etkili olabileceğini göstermiştir(13). AHA'lar retinolden daha az tahriş edicidir ve temizleyicilerde, toniklerde ve serumlarda bulunabilir. 3. C Vitamini C vitamini, cildi aydınlatmaya, koyu lekeleri azaltmaya ve çevresel hasara karşı korumaya yardımcı olan güçlü bir antioksidandır. Kolajen sentezini destekler ve cilt parlaklığını artırır. C vitamini çoğu cilt tipi tarafından iyi tolere edilir ve serumlarda ve kremlerde bulunabilir. 4. Niasinamit (B3 Vitamini) Niasinamit, yağ üretimini düzenlemeye, gözenekleri küçültmeye ve cilt bariyerini güçlendirmeye yardımcı olan çok yönlü bir bileşendir. Düzensiz cilt tonunu iyileştirebilir, kızarıklığı azaltabilir ve iltihabı yatıştırabilir. Niasinamit tahriş edici değildir ve hassas ciltler tarafından iyi tolere edilir (9). 5. Azelaik Asit Topikal uygulamada azelaik asit iyi tolere edilir ve yan etkiler genellikle hafif ve geçici lokal tahrişle sınırlıdır. Bu nedenle, tek başına veya diğer kimyasallarla birlikte kullanılan topikal azelaik asidin, akne ve en önemlisi melazma olmak üzere çeşitli hiperpigment bozuklukların tedavisinde değerli olduğu görülmüştür(14). Retinol Kullanımında Sık Yapılan Hatalar ve Çözüm Önerileri Retinol kullanımında sık yapılan hatalara bakacak olursak ürünü kullanmaya ilk başlandığında yüksek dozla başlamak ve yeni başlanan ürünler için önerilen kullanım sıklığından daha sık kullanmak, retinol gibi cildi tahriş edebilecek ürünleri kullanırken nemlendirici ve yüksek korumalı güneş kremleri kullanmamak, ürünü gece değil gündüz kullanmak ve beraber kullanılmaması gereken ürünlerle kombine etmek sık yapılan hatalardandır. Bu gibi durumlarda retinol cildi tahriş edebilir ve hassasiyet oluşturabilir. Bu gibi hatalar için çözüm önerileri olarak düşük konsantrasyonlu retinol ürünleri ile başlamak ve haftada 1 veya 2 kez kullanmak, nemlendirici ve yüksek korumalı güneş kremleri kullanmayı ihmal etmemek, ürünleri gece kullanmak gerekmektedir. Etkiyi görebilmek için en az 2 hafta boyunca kullanılması gerektiğinin bilincinde olmak ve sabretmek gereklidir.  Eğer bütün bu unsurlara dikkat etmenize rağmen cilt hassasiyeti ve iritasyonu gözlemliyor iseniz ürünü kullanmayı bırakıp dermatologla görüşmeniz en doğrusu olacaktır(12). Retinol ve Diğer Aktif İçerikler: Hangi Ürünlerle Birlikte Kullanılmamalı? Retinol ciltte hassasiyet ve güneşe karşı duyarlılığı arttırabildiği için diğer hassasiyet oluşturabilecek kimyasallarla aynı anda kullanılması önerilmez. İşte retinol ile birlikte kullanılmaması gereken aktif içerikleri sizin için derledik. Retinole alternatif olarak daha önce ifade ettiğimiz bileşiklerden alfa hidroksi asitlerin herhangi bir üyesi veya azaleik asit, retinol ile aynı anda kullanılmaz. Bu kimyasalların retinol ile benzer bir çalışma şekli olduğu için beraber kullanılması durumunda cildi daha çok tahriş edecektir. Bunların dışında akne tedavisi için sıklıkla kullanılan salisilik asidin de retinol ile beraber kullanılmaması gereklidir. Sadece salisilik asit değil diğer beta hidroksi asit grubundaki bileşiklerin de retinol ile beraber kullanılmaz. Bunlarla beraber retinol ve C vitaminlerinin topikal uygulamasının hem kronolojik hem de fotoyaşlanmanın neden olduğu cilt değişikliklerini en azından kısmen tersine çevirebildiğini göstermiştir(15). C vitamini cildi çevresel saldırganlardan korurken retinol cildi onardığı ve yeniden inşa ettiği için, günün zıt saatlerinde en iyi şekilde kullanılırlar(16). Ayrıca niasinamidin cilt tahrişi yapmayan hafif bir içerik olması nedeniyle de retinol ile beraber kullanılması sorun teşkil etmeyecektir. KAYNAKÇA1.    Gallo R. L. (2017). Human Skin Is the Largest Epithelial Surface for Interaction with Microbes. The Journal of investigative dermatology, 137(6), 1213–1214. https://doi.org/10.1016/j.jid.2016.11.045. 2.    Harris, T. A., Gattu, S., Propheter, D. C., Kuang, Z., Bel, S., Ruhn, K. A., Chara, A. L., Edwards, M., Zhang, C., Jo, J. H., Raj, P., Zouboulis, C. C., Kong, H. H., Segre, J. A., & Hooper, L. V. (2019). Resistin-like Molecule α Provides Vitamin-A-Dependent Antimicrobial Protection in the Skin. Cell host & microbe, 25(6), 777–788.e8. https://doi.org/10.1016/j.chom.2019.04.004.  3.    Temova Rakuša Ž, Škufca P, Kristl A, Roškar R. Quality control of retinoids in commercial cosmetic products. J Cosmet Dermatol. 2021; 20: 1166–1175. https://doi.org/10.1111/jocd.13686 4.    Wang, Y., Zhang, Q., Wei, Y., Cai, X., Li, Z., Wu, Q., Zhang, X., Deng, C., Shu, P., & Xiang, Q. (2024). Retinol semisolid preparations in cosmetics: transcutaneous permeation mechanism and behaviour. Scientific reports, 14(1), 22793. https://doi.org/10.1038/s41598-024-73240-y 5.    Krombholz, R., Fressle, S., & Lunter, D.(2022). Ex vivo—In vivo correlation of retinol stratum corneum penetration studies by confocal Raman microspectroscopy and tape stripping. Int J Cosmet Sci. 44: 299–308. doi:10.1111/ics.12775. 6.    Wang, Y., Zhang, Q., Wei, Y. et al. Retinol semisolid preparations in cosmetics: transcutaneous permeation mechanism and behaviour. Sci Rep 14, 22793 (2024). https://doi.org/10.1038/s41598-024-73240-y.  7.    Spierings N. M. K. (2021). Evidence for the Efficacy of Over-the-counter Vitamin A Cosmetic Products in the Improvement of Facial Skin Aging: A Systematic Review. The Journal of clinical and aesthetic dermatology, 14(9), 33–40. 8.    Ye, Y., Li, Y., Xu, C., & Wei, X. (2023). Improvement of mild photoaged facial skin in middle-aged Chinese females by a supramolecular retinol plus acetyl hexapeptide-1 containing essence. Skin health and disease, 3(4), e239. https://doi.org/10.1002/ski2.239 9.    Mamelak, A. (2024). Can’t Tolerate Retinol? Try These 6 Great Alternatives. Westlake Dermatology & Cosmetic Surgery Web Site. https://www.westlakedermatology.com/blog/retinol-alternatives/, 16.03.2025. 10.    Pandey, A. in Solid Lipid Nanoparticles: A Multidimensional Drug Delivery System. 249–295 (2020). 11.    SCCS (Scientific Committee on Consumer Safety), revision of the scientific Opinion (SCCS/1576/16) on vitamin A (Retinol, Retinyl Acetate, Retinyl Palmitate), preliminary version of 10 December 2021, final version of 24-25 October 2022, SCCS/1639/21. 12.    ?. (2021). Retinol Hakkında İpuçları: Cilde Faydaları ve Etkilerini En Üst Düzeye Çıkarma. Korendy Web Site. https://www.korendy.com.tr/blogs/korendy-blog/retinol-hakkinda-i%CC%87puclari-cilde-faydalari-ve-etkilerini-en-ust-duzeye-cikarma, 16.03.2025. 13.    Babilas, P., Knie, U. and Abels, C. (2012), Cosmetic and dermatologic use of alpha hydroxy acids. JDDG: Journal der Deutschen Dermatologischen Gesellschaft, 10: 488-491. https://doi.org/10.1111/j.1610-0387.2012.07939.x 14.    Fitton, A., & Goa, K. L. (1991). Azelaic acid. A review of its pharmacological properties and therapeutic efficacy in acne and hyperpigmentary skin disorders. Drugs, 41(5), 780–798. https://doi.org/10.2165/00003495-199141050-00007 15.    Seité S., Bredoux C., Compan D., Zucchi H., Lombard D., Medaisko C., Fourtanier A. Histological evaluation of a topically applied retinol-vitamin C combination. Skin Pharmacol. Physiol. 2005;18:81–87. doi: 10.1159/000083708. 16.    Migala, J. (2025). 6 Skin-Care Ingredient Combinations That Don’t Mix. Everyday Health Web Site. https://www.everydayhealth.com/skin-beauty/skin-care-ingredient-combinations-that-dont-mix/, 16.03.2025.

Learn more
Çocuklarda Kıl Kurdu ve Bağırsak Parazitleri: Belirtiler ve Doğal Tedavi Yöntemleri - ya da multicosmetics

Çocuklarda Kıl Kurdu ve Bağırsak Parazitleri: Belirtiler ve Doğal Tedavi Yöntemleri

Parazit, bir başka organizmanın üzerinde veya içinde yaşayan ve konağa herhangi bir fayda sağlamayan, genellikle de ona zarar veren bir organizmadır. Ancak yaygın tıbbi kullanımda, 'parazit' terimi bakteriler veya virüslerden ziyade protozoalar, helmintler veya böcekler için kullanılır. [1] Kıl kurtlarının çocuklarda kilo alamama, uykusuzluk, uykuya dalamama veya uyanma ve uyanamama problemlerine yol açtığını gözlemsel olarak biliyoruz. Anüs çevresinde kaşıntı, ağızdan özellikle kahverengi su gelmesi, burun kökünde ve gözlerde kaşıntı ve sürekli ovuşturma isteği, ısırmaya meyilli olmak gibi durumlar gözlemsel olarak şüphe ettirecek durumlar arasında yer almaktadır. Kıl Kurtlarının Çocuklarda Görülen Belirtileri ve Etkileri Kıl kurtları (Enterobius vermicularis), özellikle çocuklarda yaygın olarak görülen kıl kurtları belirtileri bağırsak parazitlerindendir. En sık görülen belirtileri arasında geceleri artan anal kaşıntı, huzursuz uyku, karın ağrısı, iştahsızlık ve dışkıda küçük beyaz kurtların görülmesi yer alır. Enfeksiyon, otoenfeksiyon ve hijyen eksikliği nedeniyle kolayca yayılabilir, bu da okul başarısını ve sosyal hayatı olumsuz etkileyebilir. Tedavi sürecinde tüm aile bireylerinin ilaç kullanması ve hijyen kurallarına dikkat etmesi gereklidir. [2] Parazitler ve Psikolojik Etkiler: Dolunay Dönemindeki İlişki Bağırsak parazitleri, vücutta yalnızca fiziksel değil, psikolojik etkiler de yaratabilir; anksiyete, sinirlilik, uyku bozuklukları ve dikkat dağınıklığı gibi semptomlara neden olabilir. Bazı araştırmalar, dolunay dönemlerinde parazit aktivitesinin artığını ve bu süreçte enfekte bireylerin semptomlarının şiddetlenebileceğini öne sürmektedir. Melatonin seviyelerindeki değişimler ve uyku düzensizlikleri, bireylerin ruh halinde dalgalanmalara yol açarak ilişkilerde gerginlik yaratabilir. Bağırsak sağlığı ve düzenli parazit temizliği hem psikolojik dengeyi hem de sosyal ilişkileri olumlu yönde etkileyebilir. Evde Uygulanabilecek Etkili Antiparazitik Halk İlaçları Sarımsağın vajinal enfeksiyonlar ve parazit kaynaklı sorunlar için kullanımı, halk tıbbında özellikle Avrupa’da dahi yaygın bir uygulamadır. Bu yöntemde, sarımsak doğrudan değil, bir gazlı beze sarılarak anüsten içeri uygulanır. Gazlı bezin sarılması, sarımsağın doğrudan mukoza ile temas etmesini önleyerek olası tahriş ve yanma hissini minimize eder. Özellikle geçmeyen vajinal enfeksiyonların parazitlerle bağlantılı olduğu durumlarda, bu uygulamanın faydalı olabileceği düşünülmektedir. Ancak, dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, sarımsağın mutlaka gazlı beze sarılarak kullanılmasıdır. Hatta, daha kontrollü bir kullanım için, gazlı beze sarılan sarımsak tampon benzeri bir formda hazırlanmalı ve ipin bir kısmı dışarıda bırakılmalıdır. Bu, uygulamanın ardından çıkarılmasını kolaylaştırarak olası rahatsızlıkları önlemeye yardımcı olur. Her ne kadar bu yöntem halk arasında yaygın olarak kullanılsa da tıbbi olarak her durumda güvenli olduğu kesinleşmiş bir tedavi yöntemi değildir. Bu nedenle, böyle bir uygulama düşünülüyorsa öncesinde bir sağlık profesyoneline danışılması önerilir. [3] YA DA Doğu bölgelerimizde kırmızı biber ve sarımsak, et ağırlıklı beslenmenin yaygın olduğu mutfak kültürünün temelini oluşturur. Bunun nedeni, her iki besinin de parazitlere karşı doğal bir koruma sağlamasıdır. Kırmızı biber, içerdiği kapsaisin sayesinde bağırsak parazitlerini öldürür ve sindirimi hızlandırır. Sarımsak ise allisin bileşiği ile güçlü bir doğal antibiyotik gibi çalışarak parazitlerin çoğalmasını engeller. Bu geleneksel beslenme alışkanlığı, yalnızca lezzet sağlamakla kalmaz, aynı zamanda sindirim sağlığını koruyucu bir etki de gösterir. [4] YA DA Yine kebap yemeklerinden sonra karanfil çiğnenmesi bir alışkanlıktır ve burada da görüyoruz ki; karanfilin antiparazitik etkisi, çay olarak tüketilmesi veya çiğnenmesi içerdiği uçucu yağlar nedeniyle parazitleri öldürmede ve yumurtalarını yok etmede etkilidir. [5] Pelin otu, çay olarak tüketildiğinde bazı parazitlere karşı etkili olabilir ancak yüksek dozlarda zehirli olabilir ve karaciğer ile böbrek üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Yuvarlak kurt gibi parazitlere karşı sonuç alınamıyorsa, pelin otu alternatif bir seçenek olarak düşünülebilir fakat kullanmadan önce mutlaka bir sağlık profesyoneline danışılmalıdır. Sarımsak Uygulamaları ve Parazit Tedavisindeki Yeri Sarımsak, antibakteriyel ve antiparazitik özelliklere sahip olup, bağırsak parazitleri ve yuvarlak kurtlar gibi enfeksiyonlara karşı etkili olabilir. Allicin bileşiği, parazitlerin çoğalmasını engelleyebilir ve bağışıklık sistemini güçlendirebilir. Sarımsak, çiğ, yağ veya kapsül şeklinde kullanılabilir ancak yüksek dozda mide rahatsızlıkları ve diğer yan etkiler görülebilir. Sarımsak kullanmadan önce bir doktora danışmak önemlidir. [6] Limon Çekirdeği-Bal Karışımı: Çocuklar İçin Uygun Parazit İlacı Limon çekirdeği ve bal, doğal antiparazitik özellikleriyle bilinen iki bileşendir ve özellikle çocuklar için daha yumuşak ve güvenli bir alternatif tedavi yöntemi olarak değerlendirilmektedir. Limon çekirdeği, içeriğinde bulunan doğal bileşikler sayesinde parazitlerin bağırsaklara tutunmasını engelleyerek sindirim sisteminden atılmalarına yardımcı olabilir. Bal ise antibakteriyel ve bağışıklık destekleyici özellikleri sayesinde sindirim sistemini koruyarak parazit kaynaklı rahatsızlıkları hafifletebilir. Parazitlerin larvadan çıkmaları ile her şey yeniden başlayacağı için 2 ay boyunca düzenli; limon çekirdeklerinin kabuğunun soyulup (5 adet) 1 tatlı kaşığı bal ile karıştırılması önerilir. Bu çok iyi bir parazit ilacıdır ve çocuklar için içimi kolaydır. Antiparazitik Etkili Bitkiler ve Doğru Kullanımları Bağırsak parazitleriyle doğal yollarla mücadelede sarımsak, pelin otu, kabak çekirdeği, karanfil, zencefil, zerdeçal, hindistancevizi yağı ve elma sirkesi gibi bitkiler etkili olabilir. Sarımsak ve pelin otu parazitleri öldürmeye yardımcı olurken, kabak çekirdeği parazitleri felç ederek atılmalarını sağlar. Karanfil, parazit yumurtalarını yok ederek yeniden oluşabilecek enfeksiyonu önler. Zencefil ve zerdeçal sindirimi desteklerken, hindistan cevizi yağı bağırsak florasını koruyarak parazitlerin çoğalmasını engeller. Elma sirkesi ise bağırsak pH dengesini düzenleyerek parazitlerin yaşamasını zorlaştırır. Bu bitkisel çözümler, bilinçli ve ölçülü şekilde kullanılmalı, özellikle çocuklar ve kronik hastalığı olanlar doktor kontrolünde tüketmelidir. Fitoterapötik olarak en çok bilinenler; kabak çekirdeği tohumları, özellikle tenya gibi bağırsak parazitleriyle mücadelede kullanılır. Çiğ olarak yenebilir veya çay şeklinde de tüketilebilir. Nasıl etki eder; kabak çekirdeği, cucurbitin adlı bir bileşik içerir, bu bileşik parazitlerin felç olmasına ve bağırsaklardan dışarı atılmasına yardımcı olur. [7,8] Kabak Çekirdeği ve Karanfil: Güçlü Parazit Karşıtları Kabak çekirdeği ve karanfil, güçlü doğal parazit karşıtı özelliklere sahip bitkilerdir. Kabak çekirdeği, cucurbitin bileşiği sayesinde parazitlerin hareketini engelleyerek bağırsaklardan atılmalarını sağlar, ayrıca antienflamatuar etkilere sahiptir. Karanfil, eugenol bileşiği ile parazitleri öldürüp, çoğalmalarını engeller ve antimikrobiyal özellikler gösterir. Her ikisi de sindirimi destekler ve bağışıklık sistemini güçlendirir. Ancak yüksek dozda kullanımları yan etkilere yol açabileceği için dikkatli kullanılmalı ve bir sağlık uzmanına danışılmalıdır. [9,10] Ceviz Kabuğu Ekstreleri ve Antiparazitik Özellikleri Siyah ceviz kabuğunun sıvı ekstre olarak tüketilmesi de Rusya ve Doğu bloğunda çok yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Bunun nedeni ise içeriğindeki juglon bileşiği, parazitleri ve diğer bağırsak patojenlerini yok edebilmektedir. Daha güçlü bir etki ise yeşil ceviz kabuklarından sağlanabilmektedir. İçeriğinde papaya özütü (içeriğindeki papain enzimi nedeniyle) ve üzüm çekirdeği gibi bileşenleri olan ve çoklu yaklaşımla multikozmetik etki sunan bir ağız bakım ürünü kullanmak bu açıdan oldukça yararlı olabilmektedir. Alternatif Tedavi Yöntemleriyle Parazit Mücadelesi Alternatif tedavi yöntemleriyle parazit mücadelesinde bitkisel çözümler, beslenme düzeni, doğal takviyeler ve detoks yöntemleri etkili olabilmektedir. Sarımsak, pelin otu, kabak çekirdeği ve karanfil gibi bitkiler parazitleri öldürücü etkileri ile bilinmektedir. Fermente gıdalar ve lifli besinler bağırsak sağlığını desteklerken, şeker ve işlenmiş gıdalardan kaçınmak parazitlerin çoğalmasını engelleyebilmektedir. Hindistan cevizi yağı, elma sirkesi, zencefil ve zerdeçal gibi doğal takviyeler ise bağırsak temizliğini desteklemektedir. Detoks ve aralıklı oruç ise sindirim sistemini dinlendirerek parazitlerin vücuttan atılmasına katkı sağlayabilmektedir. [12] ÖNEMLİ NOT: Yukarıda paylaşılan bilgiler sağlık önerisi değildir. Bilgilendirme amaçlıdır. Uygulamalardan önce doktora veya eczacınıza danışmanız önerilmektedir.   Kaynakça1.    Chifunda K, Kelly P. Parasitic infections of the gut in children. Paediatr Int Child Health. 2019 Feb;39(1):65-72. doi: 10.1080/20469047.2018.1479055. Epub 2018 Aug 22. PMID: 30132736.2.    Özcel MA, Özbel Y, Ak M. Özcel’in Tıbbi Parazit Hastalıkları. Meta Basım, İzmir; 2007.3.    Cortés A, García-Ferrús M, Sotillo J, Guillermo Esteban J, Toledo R, Muñoz-Antolí C. Effects of dietary intake of garlic on intestinal trematodes. Parasitol Res. 2017 Aug;116(8):2119-2129. doi: 10.1007/s00436-017-5511-1. Epub 2017 May 23. PMID: 28536879.4.    Satheesh, N., & Mujeeburahiman, M. (2020). Antiparasitic properties of capsaicin in the human gut microbiome. Journal of Ethnopharmacology, 249, 112-350. https://doi.org/10.1016/j.jep.2020.1123505.    Islamuddin M, Sahal D, Afrin F. Apoptosis-like death in Leishmania donovani promastigotes induced by eugenol-rich oil of Syzygium aromaticum. J Med Microbiol. 2014 Jan;63(Pt 1):74-85. doi: 10.1099/jmm.0.064709-0. Epub 2013 Oct 25. PMID: 24161990.6.    Liu, Q., & Chen, J. (2012). The effects of garlic on intestinal parasites: A review. Journal of Medicinal Food, 15(7), 602-607. https://doi.org/10.1089/jmf.2011.02297.    Dotto, J. M., & Chacha, J. S. (2020). The potential of pumpkin seeds as a functional food ingredient: A review. Scientific African, 10, e00575. https://doi.org/10.1016/j.sciaf.2020.e005758.    Li T, Ito A, Chen X, Long C, Okamoto M, Raoul F, Giraudoux P, Yanagida T, Nakao M, Sako Y, Xiao N, Craig PS. Usefulness of pumpkin seeds combined with areca nut extract in community-based treatment of human taeniasis in northwest Sichuan Province, China. Acta Trop. 2012 Nov;124(2):152-7. doi:10.1016/j.actatropica.2012.08.002. Epub 2012 Aug 11. PMID: 22910218.9.    Khan, A., Iqbal, Z., & Muhammad, G. (2006). Anthelmintic activity of pumpkin seeds against gastrointestinal nematodes in sheep. Journal of Medicinal Food, 9(2), 125-129.10.    Khan, M. A., et al. (2016). Clove (Syzygium aromaticum) and its potential applications in medicine and antimicrobial therapy: A review. Pharmacognosy Reviews, 10(20), 62-71.11.    Okeniyi JA, Ogunlesi TA, Oyelami OA, Adeyemi LA. Effectiveness of dried Carica papaya seeds against human intestinal parasitosis: a pilot study. J Med Food. 2007 Mar;10(1):194-6. doi: 10.1089/jmf.2005.065. PMID: 17472487. 12.    Irum, S., Khan, M. A., & Perveen, T. (2020). Anthelmintic potential of medicinal plants against gastrointestinal parasites – A review. Journal of Ethnopharmacology, 249, 112399. [https://doi.org/10.1016/j.jep.2020.112399]  

Learn more
Gebelik ve Emzirme Döneminde Kozmesötik Kullanımı: Güvenlik ve Etkinlik - ya da multicosmetics

Gebelik ve Emzirme Döneminde Kozmesötik Kullanımı: Güvenlik ve Etkinlik

Kozmesötikler Nedir? Tanımlar ve Yasal Düzenlemeler FDA kozmetik ürünü “Dökülmek, serpilmek, ovulmak veya başka herhangi bir şekilde uygulanmak suretiyle vücudun veya vücudun herhangi bir kısmının temizlenmesi, güzelleştirilmesi, cazibesinin arttırılması veya görünüşünün değiştirilmesi amacı ile uygulanan preparatlar ve bunların hazırlanması için kullanılan maddelerdir.” şeklinde tanımlamaktadır. Kozmesötikler ise cilde uygulandığında fizyolojik süreçlere etki eden bitki veya bitki ekstrelerini içerebilen maddelerdir [1]. İlaç ile kozmetik ürün arasındaki ara ürün olarak ifade edilebilir. Kozmesötikler ile ilgili yasal düzenlemeler incelendiğinde, FDA kozmesötik ürünleri ilaç kategorisinde kabul etmemektedir. Bu ürünler, herhangi bir kontrol, test veya onaya tabi olmaksızın, etikette içeriği belirtilmiş olmak koşuluyla üretilip reçetesiz olarak satılabilir [2]. Alman E Komisyonu bitkiler ile ilgili olan çalışmaları inceleyip güvenlik ve etkinliklerini değerlendiren bir komisyondur. Bu komisyon tarafından yayımlanan monograflarda kozmesötiklerin onay alıp almadığını, kozmesötiklerin kullanımı, endikasyonu, yan etkileri, diğer ilaçlarla ya da kozmesötiklerle etkileşimi, gebelik ve laktasyonda kullanımı hakkında bilgiler yer almaktadır [3]. Bir diğer kaynak olan EMEA (European Medicines Agency/ Avrupa İlaç Dairesi) tarafından hazırlanan ve bitkiler üzerinde yapılan bilimsel çalışmaların incelendiği monograflarda, güvenlik ve etkinlik profillerini değerlendirilmiştir. Bu monograflarda da Komisyon E’ye benzer şekilde kozmesötikler ile ilgili bilgiler bulunmaktadır [4]. Gebelik Döneminde Kozmesötik Kullanımının Yaygınlığı ve Nedenleri Günümüzde gebelikte kozmesötik kullanım yaygınlığı giderek artış göstermektedir. Gebelik ve emzirme dönemindeki kadınlar kloazma, stria gravidarum, akne vulgaris, kserosis, palmar eritem, hirsutizm, postpartum telogen effluvium gibi sağlık problemleri nedeniyle kozmesötik ürün kullanmayı tercih etmektedir [5]. 400 hamile kadın arasında yapılan bir çalışmada 144’ünün kozmesötik ürün kullandığı ve her birine ortalama 1,7 ürün düştüğü belirlenmiştir. Gebelikte karşılaşılan dermatolojik sorunlarla baş edebilmek adına güvenli buldukları kozmesötik ürünleri daha rahat bir şekilde tercih etmektedirler. Fakat bu kozmesötik ürünlerin çoğunlukla arkadaş veya aile tavsiyesi üzerine kullanıldığı ayrıca ürünlerin güvenlikleri ile ilgili bilgi eksikliği olduğu tespit edilmiştir [6]. Bu bilgi eksikliğinin giderilmesi için hastalar sağlık profesyonelleri tarafından bilgilendirilmeli ve gebelikte güvenli kozmesötik ürünlerin tercih edilmesi sağlanmalıdır. Gebelik ve emzirme dönemi, kadınların hayatlarında özel yere sahip olan vücudun birçok fizyolojik değişimden geçtiği ve hassasiyetlerin belirgin hale geldiği dönemlerdir. Bu sebeple, bu dönemlerde kullanılan ürünlerin içeriği büyük önem taşımaktadır. Bu durumda, kozmesötik ürün seçimi hem gebelikte hem de emzirme döneminde hem sağlık hem de estetik açısından özellikle dikkat edilmesi gereken bir konudur. Emzirme döneminde cilt bakımı, annenin cilt sağlığını desteklemenin yanı sıra, bebeği de göz önünde bulundurmak gerektiği için ekstra dikkat gerektirmektedir. Ayrıca, hamilelikte cilt bakım ürünleri güvenliği, bu dönemde kullanılan kozmesötiklerin içeriklerinin sağlıklı ve güvenilir olmasını gerektirmektedir. Kozmesötik ürünler, cilt bakımının ötesinde tedavi edici özellikler de taşıyan ürünler olduğundan yanlış kullanımda istenmeyen etkilere yol açabilmektedir. Bu yazımızda, gebelik ve emzirme döneminde kozmesötiklerin güvenliği ve etkinliği üzerine merak edilenleri ele alacağız. Kozmesötikler Hakkında Yanlış Bilinen Efsaneler ve Gerçekler Kozmesötikler hakkında yaygın olarak bazı efsaneler bulunmaktadır ve bu yanlış bilgiler, hamile ve emziren kadınların güvenli ve etkili ürünler seçmelerini engellemektedir. Bu efsanelerden en yaygını, doğal olan bileşenlerin her zaman güvenli olduğu düşüncesidir. Doğal bir maddenin uzun yıllarca kullanması hem anne hem bebek için güvenli olduğu anlamına gelmemektedir. Ayrıca bitki ve bitki ekstrelerinden üretilen ürünler FDA tarafından onay almamaktadır. Ürünlerin reçetesiz satılması da göz ardı edilmemelidir. Ürünün kullanıcıya zarar vermesi durumunda güvensiz olduğu kabul edilmektedir. “Doğal Olan Güvenlidir” Yanılgısı ve Gerçekler Kozmesötik ürünler hakkında efsane gerçeklerden birisi de “Doğal olan güvenlidir” yanılgısıdır. Doğada birçok bitki bulunmaktadır fakat bazıları oldukça zehirlidir. Bu zararlı bitkilerin birçok yan etkisi olabilmektedir veya alerjik reaksiyonlara da neden olabilmektedir. Doğal kozmetikler hamilelikte güvenilir gibi gözükse bile her bileşenin zararsız olmadığı unutulmamalıdır. İçeriğinde etkili ve güvenilir bileşenlere sahip olduğu kanıtlanmış ürünlerin tercih edilmesi önemlidir [5], [7], [8]. Kozmesötikler ve İlaç Etkileşimleri Çoğu insan ilaçlar ile kozmesötiklerin beraber kullanılmasının sorun yaratmayacağını düşünmektedir. Rutin kullanılan ilaçlar ile bitki veya bitki ekstrelerini birlikte kullanmamak gerekir. Çünkü kullanılan bitki ve bitki ekstreleri ilacın emiliminin artmasına veya azalmasına sebep olabilmektedir. Bu durumda ilacın kan konsantrasyon seviyelerinde değişiklikler gözlenebilmektedir. Kozmesötik ilaç etkileşimleri, özellikle cilt tedavisi için kullanılan ürünler sistemik ilaçlarla kullanıldığında istenmeyen yan etkiler ortaya çıkabileceği için sağlık profesyonellerinden destek almak oldukça önemlidir [5], [7]. Gebelikte Sık Görülen Dermatolojik Sorunlarda Kullanılan Kozmesötikler Gebelik süresince anne, fetüsün normal büyümesini ve gelişimini sağlamak amacıyla bazı fizyolojik ve patolojik değişikliklere uğramaktadır. Yaygın görülen fizyolojik değişiklikler arasında linea nigra, fibroepitelyal polipler, stria gravidarum, palmar eritem ve pruritis gravidarum bulunmaktadır. Patolojik olan değişiklikler ise gebeliğe özgün dermatozlar (PSD) olarak bilinmektedir. PSD’lerin sınıflandırılması cilt özelliklerine, immünopatolojiye, histopatolojiye ve hamilelik içindeki zamanlamaya göre yapılmaktadır. PSD’ler atopik gebelik döküntüsü (AEP), polimorfik gebelik döküntüsü (PEP), gebeliğin intrahepatik kolestazı (ICP) ve pemfigoid gestasyonis (PG) olarak bilinmektedir [9]. Gebelik döneminde yaygın olarak karşılaşılan dermatolojik sorunlar arasında kloasma, stria gravidarum ve akne vulgaris sıkça gözlenmektedir. Vitis vinifera (Grape Seed/Üzüm Çekirdeği) ekstresi, Pinus pinaster (Fransız Deniz Çam Ağacı) ekstresi, Centella asiatica (Gotu Kola) ekstresi, kakao yağı, zeytinyağı, Melaleuca alternifolia (Tea Tree Oil/Çay Ağacı Yağı), tanen, Vitex agnus castus (Chasteberry/Hayıt Meyvesi) ekstresi içeren kozmesötik ürünler bu fizyolojik değişikliklerde yaygın kullanılmaktadır [5]. Kloazma Tedavisinde Üzüm Çekirdeği ve Fransız Deniz Çam Ağacı Ekstreleri Kloazma ciltteki pigmentasyon değişiklikleri sonucu görülen kahverengi lekelerle karakterize bir cilt hastalığıdır. Bir diğer adıyla ‘hamilelik maskesi’ olarak da bilinmektedir. Kloazma hamile kadınların %50-70’inde görülen bir sorundur [10]. Bu nedenle kloazma tedavisi hamilelikte önem arz etmektedir. Üzüm çekirdeği ekstresi gebelikte topikal olarak antioksidan, antiinflamatuvar, antikarsinojenik özelliklerinden dolayı tercih edilmektedir [11]. Kloazma tedavisinde proantosiyanidin bakımından zengin olan Üzüm Çekirdeği Ekstresi kullanılması sonucu melanin biyosentezinin ve UV kaynaklı hiperpigmentasyonun azaldığı gözlenmiştir [12]. Diğer bir çalışmada ise üzüm çekirdeği ekstresinin 12 kloazması olan kadınlardaki etkisi incelendiğinde ekstrenin oral alımının yüzdeki kloazma hiperpigmentasyonunu başarılı bir şekilde iyileştirdiğini gözlenmiştir [13]. Fransız Deniz Çam Ağacı Ekstresi proantosiyanidinler, monomerik fenolik bileşikler ve fenolik asitler içeren Pinus pinaster kabuğunun standartlaştırılmış özütüdür. Yapılan in vitro çalışmalar sonucunda C vitamini ve E vitaminine göre daha güçlü olduğu kanıtlanmıştır. 30 kloazmalı kadında yapılan bir çalışmada, kadınlara 30 gün boyunca Fransız Deniz Çam Ağacı Ekstresi içeren tabletler verilmiştir. Tedavi sonucunda melazmayı belirgin şekilde azalttığı tespit edilmiştir [14]. Stria Gravidarum İçin Kullanılan Bitkisel Ürünler ve Etkinlikleri Stria gravidarum hamilelik çatlakları olarak bilinmekte ve gebelik dönemindeki kadınların yarısından fazlasında görülmektedir [15]. Çoğu kadın şikayetçi olduğu bu duruma karşı Centella asiatica (Gotu Kola) ekstresi, kakao yağı ve zeytinyağı gibi çatlak önleyici bitkisel ürünler kullanmaktadır. Ancak stria gravidarumun doğal tedavisinde bu bitkisel ürünlerin ne kadar etkili oldukları tartışmalıdır çünkü çatlaklar oluştuktan sonra onları tamamen giderecek bir tedavi yoktur [5]. Centella asiatica (Gotu Kola) ekstresi, yara ve skar izlerinin iyileştirilmesinde kullanılanılmaktadır. 80 kişilik gebe kadınlar üzerinde yapılan çalışmada (40 kişi plasebo ve 40 kişi tedavi grubu) Centella asiatica ekstresi içeren krem uygulanmıştır. Plasebo grubundaki 22 kadında (%56) ve tedavi grubundaki 14 (%34) kadında stria gravidarum gözlenmiştir. Klinik çalışmalar sonucu Centella asiatica içeren kremin etkili olduğu saptanmıştır [16]. Kakao yağının etkisini gözlemlemek amacıyla yapılan 300 gebe kadından oluşan çalışmada, 150 kadına plasebo krem uygulanırken 150 kadına kakao yağı kremi uygulanmıştır. Kadınlar doğuma kadar stria gravidarum gelişiminin değerlendirilmesi için takip edilmiştir. Kakao yağı kremi kullanan hastaların %44’ünde, plasebo kullananların ise %55’inde stria gravidarum geliştiği tespit edilmiştir. Sonuç olarak kakao yağı kreminin stria gravidarum gelişimini engellemediği söylenebilir [17].Stravia gravidarum için kullanılan bir diğer ürün de zeytin yağıdır. 100 gebe kadınla gerçekleştirilen bir çalışmada, tedavi grubundaki 50 kadın masaj yapmadan günde iki kez 1 cc topikal zeytinyağı uygulamıştır. Kontrol grubuna ise herhangi bir krem veya yağ uygulanmamıştır. Çalışma sonucunda iki grup arasında anlamlı bir fark gözlenmemiştir [18]. Gebelikte Akne Vulgaris Tedavisinde Kullanılan Kozmesötikler Akne vulgaris, gebelik ve emzirme döneminde kadınları etkilemektedir. Gebelikteki hormonal ve fizyolojik değişiklikler sonucu gebeliğin çeşitli evrelerinde akne oluşabilmektedir [19]. Melaleuca alternifolia (Tea Tree Oil/Çay Ağacı Yağı), Vitex agnus castus (Chasteberry/Hayıt Meyvesi) ekstresi ve tanen içeren bitkiler gebelikte akne vulgaris tedavisinde kozmesötik olarak antiinflamatuvar ve antibakteriyel etkilerinden ötürü tercih edilmektedir [5].Melaleuca alternifolia (Tea Tree Oil/Çay Ağacı Yağı), Melaleuca alternifolia bitkisinin damıtılmasıyla elde edilen uçucu yağdır. Çay ağacı yağı geniş spektrumlu antimikrobiyal aktivitesi sayesinde cilt ve mukozayı etkileyen bakteriyel, viral, fungal ve protozoal enfeksiyonlara karşı etki göstermektedir. Bu etkilerinden dolayı akne vulgariste de etkili olduğu söylenmektedir [20]. Yapılan bir çalışmada %5’lik benzoil peroksit ve %5’lik çay ağacı yağı karşılaştırılmıştır. Her ikisi de hastaların aknelerinin iyileşmesini sağlamıştır. Çay ağacının etkisinin benzoil peroksite göre daha yavaş olduğu gözlemlenmiştir. Ayrıca çay ağacı ile tedavi edilen grupta daha az yan etki görülmüştür [21]. Başka bir çalışmada ise %5’lik çay ağacı yağı kullanılmasının akne vulgaris için etkili bir tedavi olduğu tespit edilmiştir [22]. Tanenler, doğadaki birçok bitkide bulunan bir maddedir. Beyaz meşe kabuğu (Quercus alba), İngiliz ceviz yaprağı (Juglans regia), fıtık otu (Agrimonia eupatoria), altınbaşak (Solidago virgaurea), jambolan kabuğu (Syzygium cuminum), Labrador çayı (Ledum latifolium), hanımeli (Alchemilla mollis), lavanta (Lavandula angustifolia), sığırkuyruğu (Verbascum thapsus), ratanya (Krameria triandra), Çin raventi (Rheum palmatum) ve sarı kantaron (Hypericum perforatum) tanen içeren bitkilerdir. Bu bitkiler deri büzücü etkiye sahip oldukları için akne vulgaris tedavisinde tercih edilmektedir [23].Vitex agnus castus (Chasteberry/Hayıt Meyvesi) ekstresi, premenstruel semptomların tedavisinde sık kullanılmaktadır. Komisyon E, premenstrüel akne tedavisinde sistemik olarak kullanımını 40 mg/gün olarak belirlemiştir. Fakat Vitex agnus castus’un akne vulgaris tedavisinde gebelik ve emzirme dönemlerinde sistemik kullanımı önerilmezken topikal kullanımına izin verilmektedir [5], [23]. Bitki ve bitki ekstrelerinden elde edilen ürünlerin gebelik ve emzirme döneminde kullanımı ile ilgili yeterli sayıda bilimsel veri bulunmamaktadır. Bu nedenle kozmesötik ürün seçimi gebelikte önemli bir konu haline gelmektedir. Hamilelikte tercih edilebilecek cilt bakım ürünleri güvenli aktif içeriklere sahip olmalıdır. Ayrıca cilt bariyerini olumsuz yönde etkileyecek içeriğe sahip ürünlerden kaçınılmalıdır. Emzirirken kullanılabilecek cilt bakım ürünlerinin ise anne sütüne geçebilecek bileşenler açısından dikkatle incelenmesi önemlidir. Güvenilir ve etkili içeriğe sahip Atopik Dermatit Serisi gibi hassas ciltlere sahip hamile ve emziren kadınların cilt bariyerini destekleyen içeriklerle formüle edilen ürünler hamilelik ve emzirme döneminde güvenli kullanım sunmaktadır.   Kaynakça1.    Morganti, P., Morganti, G., Gagliardini, A., and Lohani, A. (2021). From cosmetics to innovative cosmeceuticals—non-woven tissues as new biodegradable carriers. Cosmetics, 8(3), 65.2.    Bedi, M. K., and Shenefelt, P. D. (2002). Herbal therapy in dermatology. Archives of dermatology, 138(2), 232-242.3.    Blumenthal, M. (1999). The complete German commission E monographs. Therapeutic guide to herbal medicines.4.    Herbal medicinal products. European Medicines Agency; 2025 www.ema.europa.eu/en/human-regulatory-overview/herbal-medicinal-products5.    Yildiz, H., and Abuaf, Ö. K. (2013). Gebelik ve emzirme döneminde kozmesötik kullanimi/Use of cosmeceuticals during pregnancy and lactation period. Türkderm: Türk Deri Hastalıkları ve Frengi Arşivi= Turkderm: Turkish Archives of Dermatology and Venereology, 47(4), 194.6.    Nordeng, H., and Havnen, G. C. (2004). Use of herbal drugs in pregnancy: a survey among 400 Norwegian women. Pharmacoepidemiology and drug safety, 13(6), 371-380.7.    Friedman, J. M. (2000). Teratology society: presentation to the FDA public meeting on safety issues associated with the use of dietary supplements during pregnancy. Teratology, 62(2), 134-137.8.    Wal, A., Wal, P., Gupta, S., Sharma, G., and Rai, A. K. (2011). Pharmacovigilance of herbal products in India. Journal of Young Pharmacists, 3(3), 256-258.9.    Beard, M. P., and Millington, G. W. M. (2012). Recent developments in the specific dermatoses of pregnancy. Clinical and experimental dermatology, 37(1), 1-5.10.    Kalaycı, M. M. (2020). Pregnancy Mask: Melasma. Journal of Experimental and Basic Medical Sciences, 1(2), 065-067.11.    Draelos, Z. D. (Ed.). (2021). Cosmetic dermatology: products and procedures. John Wiley & Sons.12.    Yamakoshi, J., Otsuka, F., Sano, A., Tokutake, S., Saito, M., Kikuchi, M., and Kubota, Y. (2003). Lightening effect on ultraviolet‐induced pigmentation of guinea pig skin by oral administration of a proanthocyanidin‐rich extract from grape seeds. Pigment cell research, 16(6), 629-638.13.    Yamakoshi, J., Sano, A., Tokutake, S., Saito, M., Kikuchi, M., Kubota, Y., ... and Otsuka, F. (2004). Oral intake of proanthocyanidin‐rich extract from grape seeds improves chloasma. Phytotherapy Research: An International Journal Devoted to Pharmacological and Toxicological Evaluation of Natural Product Derivatives, 18(11), 895-899.14.    Ni, Z., Mu, Y., and Gulati, O. (2002). Treatment of melasma with Pycnogenol®. Phytotherapy Research: An International Journal Devoted to Pharmacological and Toxicological Evaluation of Natural Product Derivatives, 16(6), 567-571.15.    Young, G. L., and Jewell, D. (2000). Creams for preventing stretch marks in pregnancy. Cochrane Database Syst Rev, 2, CD000066.16.    Mallol, J., Belda, M. A., Costa, D., Noval, A., and Sola, M. (1991). Prophylaxis of Striae gravidarum with a topical formulation. A double blind trial. International journal of cosmetic science, 13(1), 51-57.17.    Buchanan, K., Fletcher, H. M., and Reid, M. (2010). Prevention of striae gravidarum with cocoa butter cream. International Journal of Gynecology & Obstetrics, 108(1), 65-68.18.    Soltanipoor, F., Delaram, M., Taavoni, S., and Haghani, H. (2012). The effect of olive oil on prevention of striae gravidarum: a randomized controlled clinical trial. Complementary Therapies in Medicine, 20(5), 263-266.19.    Ly, S., Kamal, K., Manjaly, P., Barbieri, J. S., and Mostaghimi, A. (2023). Treatment of acne vulgaris during pregnancy and lactation: a narrative review. Dermatology and Therapy, 13(1), 115-130.20.    Pazyar, N., Yaghoobi, R., Bagherani, N., and Kazerouni, A. (2013). A review of applications of tea tree oil in dermatology. International journal of dermatology, 52(7), 784-790.21.    Bassett, I. B., Barnetson, R. S. C., and Pannowitz, D. L. (1990). A comparative study of tea‐tree oil versus benzoylperoxide in the treatment of acne. Medical Journal of Australia, 153(8), 455-458.22.    Enshaieh, S., and Jooya, A. (2007). The efficacy of 5% topical tea tree oil gel in mild to moderate acne vulgaris: a randomized, double-blind placebo-controlled study.23.    Reuter, J., Merfort, I., and Schempp, C. M. (2010). Botanicals in dermatology: an evidence-based review. American journal of clinical dermatology, 11, 247-267.

Learn more
Ashwagandha Nedir? Faydaları, Kullanımı ve Bilmeniz Gereken Her Şey - ya da multicosmetics

Ashwagandha Nedir? Faydaları, Kullanımı ve Bilmeniz Gereken Her Şey

Ashwagandha, bilimsel adıyla Withania somnifera (L.) Asya, Afrika ve Avrupa’nın tropikal ve subtropikal bölgelerinde yetiştirilen her daim yeşil bir çalıdır. Bitkinin köklerinin ıslak bir at gibi koktuğu söylendiği için Sanskritçe adı olan ashwagandha (“ashwa” at anlamına, “gandha” koku anlamına gelir.) yaygın olarak kullanılan ismidir (1). Latince adı ise uyku getirici anlamına gelir. Ashwagandha ginseng ailesine ait olmamasına rağmen Hint ginsengi olarak da bilinir (2). Gençleştirici etkisi olduğundan dolayı Hint ginsengi olarak adlandırılmıştır, etkileri ginsengle tamamen aynı olmayıp vücutta farklı spesifik etkiler meydana getirmektedir. Ashwagandha takviyeleri stres önleyici, anti-inflamatuar, antimikrobiyal, antikanser, antidiyabetik, kardiyoprotektif ve hipolipidemik özelliklere sahiptir. Ashwagandha sadece diyet takviyelerinde değil, cilt bakımı için kullanılan kozmetik ürünlerde de kullanılır. Ashwagandha gibi bitkiler, sağlık ve güzellik alanlarını birleştiren multikozmetik çözümler geliştirilmesine ilham kaynağı olmaktadır.  Ashwagandha kökünün lökoderma, ülser, uyuz tedavisi ve cilt yaralarını iyileştirme ve şişliği azaltmak için kullanılabileceği düşünülmektedir. İçeriğindeki Withaferin A'nın anti-inflamatuar özellikleri nedeniyle skleroderma veya pigmentasyon bozuklukları gibi dermatolojik hastalıklarda kullanılabileceği ileri sürülmektedir (7). Ashwagandha kökü ve yaprağının kimyasal bileşimi farklıdır. Ticari ashwagandha takviyelerinin çoğu bitkinin kökünden elde edilen özler içerir ancak bazı takviyeler hem kök hem yapraklardan elde edilen özler içerebilir (2). Kapsüller, topikal tedaviler ve çay dahil olmak üzere çeşitli formlarda bulunur. 3 aya kadar ashwagandha doğru dozajda kullanıldığında çoğu insan için güvenlidir, ancak uzun vadeli etkileri bilinmemektedir. Kişi şu durumlarda ise ashwagandha güvenli olmayabilir (13): Hamileyse veya emziriyorsa Hormona duyarlı prostat kanseri varsa Benzodiazepinler, antikonvülzanlar veya barbitüratlar gibi belirli ilaçlar alıyorsa Ameliyat olmak üzereyse Otoimmün veya tiroid rahatsızlığı varsa Karaciğer sorunları varsa Bu durumlarda hekim kontrolünde kullanılmalıdır.Ashwagandha takviyeleri kullanan bazı kişilerde aşağıdaki yan etkiler bildirilmiştir (13): Gastrointestinal rahatsızlıklar Uyuşukluk İshal Kusma Ashwagandha için dozaj önerileri değişiklik gösterir. Araştırmalar günde 250-1.250 mg arasında değişen dozların farklı durumlar için etkili olduğunu göstermiştir (13). Ashwagandha'nın Tarihçesi ve Geleneksel Tıptaki Yeri Geleneksel ve tamamlayıcı tıp, günümüzde sağlıkla ilgili rahatsızlıkları tedavi etmek için daha popülerdir. Bu, daha az yan etkiye sahip yeni tıbbi kombinasyonlar geliştirmek amacıyla geleneksel ve tamamlayıcı tıpta yeni ve güçlü bir potansiyel olduğunu gösterir.Ashwagandha kökü, Hindistan’ın geleneksel Ayurveda ve Unani tıp sistemlerinde bir adaptojen olarak kullanılmıştır. Adaptojen; bir kişinin biyolojik, fiziksel veya kimyasal stres faktörlerine karşı uyum sağlama ve dirençli olma yeteneklerini artıran bileşik veya ürün olarak tanımlanır. Ayurveda’da “Rasayana” yani gençleştirici olarak sınıflandırılan ashwagandha, genel sağlık ve uzun ömürü desteklemek amacıyla kullanılmaktadır (3). Stres ve anksiyete seviyelerini azaltma, uyku kalitesini iyileştirme, bilişsel fonksiyonları iyileştirme, fiziksel performansı artırma bilimsel olarak kanıtlanmış ashwagandha faydaları arasındadır (2). Günümüzde ashwagandha’nın geleneksel olarak kullanımı bilimsel çalışmalar (4) ile desteklenmektedir. ya da felsefesi de, doğadan gelen etkili bileşenlerin, bilimsel veriler ışığında güvenli ve sorumlu bir şekilde değerlendirilmesini esas alır. Ashwagandha'nın Bilimsel Olarak Kanıtlanmış 5 Önemli Faydası Withania somnifera ile ilgili bilimsel araştırmalar ışığında 5 önemli faydası ön plana çıkmaktadır (5): Adaptojenik özelliklerine bağlı olarak vücuttaki kortizol seviyelerini düşürerek stres ve anksiyeteyi azaltması Uykuya dalma süresini kısaltarak uyku kalitesini iyileştirmesi Nöroprotektif özelliklerine bağlı hafıza, odaklanma ve genel bilişsel işlevleri desteklemesi Bağışıklık güçlendirici adaptojen etkisine bağlı fiziksel dayanıklılığı ve kas gücünü artırması Erkeklerde testosteron seviyelerini artırarak ve sperm kalitesini iyileştirerek üreme sağlığını desteklemesi Stres ve Anksiyete ile Mücadelede Ashwagandha Kullanımı Stres, anksiyete ve yetersiz uyku modern toplumlarda yaşamın sık görülen bir özelliğidir. Bu sorunlara çözüm olarak adaptojenik bitkilerin kullanımı son yıllarda artış göstermektedir. Bu adaptojenik bitkilerden Ayurvedik bir bitki olan Ashwagandha’nın da stres ve anksiyete üzerindeki etkisi modern çalışmalarla ortaya koyulmuştur.2019 yılında yapılan bir kontrollü çalışmada (4) ashwagandha takviyesinin stres ve anksiyete seviyelerini düşürmede etkisine bakılmıştır. Kök özütünün stres giderici etkisi, başlangıç stres ölçeği (PSS) puanı >20 olan altmış kadın ve erkek katılımcı ile sekiz hafta boyunca günde iki kez 1:1:1 oranında 125 mg Ashwagandha özütü, 300 mg Ashwagandha özütü ve plasebo kapsülleri kullanılarak rastgele seçilip incelenmiştir. Sonuçların değerlendirilmesinde fizyolojik stresin göstergesi olarak en yaygın kullanılan biyobelirteç olan serum kortizol seviyelerine bakılmıştır. Her katılımcıda mevcut olan kaygının yoğunluğunu değerlendirmek için Hamilton Kaygı Derecelendirme Ölçeği (HAM-A) kullanılmıştır. Başlangıçta, kaydedilen HAM-A puanları Ashwagandha 250, Ashwagandha 600 ve plasebo grupları için sırasıyla 23,05, 24,10 ve 23,32 iken çalışmanın sonunda puanlar sırasıyla 20,05, 20,15 ve 21,42 olarak kaydedilmiştir. Sonuç olarak ashwagandha tedavi gruplarında serum kortizol seviyelerinde plasebo grubuna kıyasla önemli bir azalma görülmektedir (4). Benzer şekilde 2023 yılında yayımlanan bir meta-analizde (6) dokuz randomize kontrollü çalışmanın incelenmesiyle toplam 558 katılımcı değerlendirilmiş ve ashwagandha kullanımının stres ve anksiyete seviyelerini anlamlı derecede azalttığı sonucuna varılmıştır (6). Ashwagandha'nın Hormonal Denge Üzerindeki Etkileri Nelerdir? Hormonal denge ve ashwagandha arasında dikkat çekici bir ilişki vardır. Hipofiz fonksiyonlarını düzenlediği, tiroid bezi homeostazını iyileştirdiği, adrenal aktiviteyi düzenlediği ve üreme sistemi üzerinde çok yönlü bir etkiye sahip olduğu kanıtlanmıştır (7). Kadınlarda Ashwagandha Kullanımı ve Menopoz Semptomlarına Etkisi Hormonlar, adet dönemi, üreme, perimenopoz ve menopoz olmak üzere kadın sağlığının tüm alanlarını etkiler. Kadınlarda ashwagandha kullanımı bu hormonal olaylarda düzenleyici etkilere sahiptir. Ancak hamilelik döneminde ashwagandha kullanımından kaçınılmalı ve emzirme döneminde kullanılmamalıdır (15).Kadınlar üzerinde yapılan randomize bir pilot çalışmada Dongre ve ark. (2015) tedavi grubuna günde iki kez sekiz hafta boyunca 300 mg’lık ashwagandha kapsülleri vermiş, 4. ve 8. haftada kadın cinsel fonksiyon indeksi (FSFI) ve kadın cinsel distres ölçeği (FSDS) ile sonuçlar ölçülmüş ve karşılaştırılmıştır. Sonuç olarak, tedavi grubunda hiçbir yan etki görülmemiş, vücutta kortizol düzeyini azaltarak antistres etkisi ile psikolojik olarak düzeltebildiği veya kadında cinsel isteği arttırmayı sağladığı belirtilmiştir (8)Bhattarai ve ark. (2010) tarafından yapılan bir çalışmada, Ashwagandha özütünün bir nörotransmitter olan GABA’yı taklit özellikleri yoluyla gonadotropin hormonlarının salgılanmasını artırdığı ve oogenezi iyileştirdiği bulunmuştur. Bunun serum östrojen dengesini iyileştirmesi nedeniyle olduğu ileri sürülmüştür (9). Çeşitli çalışmalar, ashwagandha özütünün farklı meme tümörü hücre hatlarına (MCF-7 ve MDA-MB-231) karşı in vitro ve in vivo tümör hücrelerinin büyümesini azaltarak antikanser özelliklerini göstermiştir (10). Ayrıca özütün meme kanseri hastalarının sağ kalımını ve yaşam kalitesini iyileştirdiği gösterilmiştir (11). Menopoz semptomları ve bitkisel çözümler günümüzde birçok kadının merak ettiği bir konudur. Perimenopoz (menopoza giden geçiş dönemi) ve menopoz (adetlerin kalıcı olarak durduğu dönem) sırasında östrojen seviyeleri önemli ölçüde düşer. Ashwagandha vücutta östrojeni taklit edebildiği için menopoz semptomlarını iyileştirerek menopoz rahatlatıcı etki göstermektedir. Sıcak basmaları, menopoz geçiş evresinin en yaygın belirtilerinden biri olmasının yanı sıra, kadınların menopoz semptomları nedeniyle tıbbi yardım aramasının başlıca nedenlerinden birisidir. Sıcak basmaları genellikle azalmış yaşam kalitesi ve uyku bozuklukları ile ilişkilidir ve menopoz sırasında karşılaşılan diğer semptomların şiddetini ve sıklığını etkilemede önemli bir rol oynar. Yapılan bir çalışmada (12) ashwagandha kökü özütünün kadınlarda perimenopoz döneminde hafif ila orta şiddette klimakterik semptomları hafifletmede güvenli ve etkili bir seçenek olabileceğini düşündürmektedir (12) Çalışmanın sonunda ortalama sıcak basması skorunda istatistiksel olarak anlamlı bir azalma görülmüştür. Erkeklerde Ashwagandha Kullanımı ve Testosteron Seviyelerine Etkisi Erkeklerde ashwagandha faydaları testosteron seviyesini artırma, kasta protein sentezini artırarak kas kütlesinde artış sağlama ve stres hormonlarını (özellikle kortizol) azaltarak hem ruh hali hem de hormonal denge üzerinde pozitif etkileriyle dolaylı yoldan testosteronda artış sağlama olarak sıralanabilir. Testosteron, esas olarak luteinize edici hormonun etkisi altında testislerdeki Leydig hücreleri tarafından üretilir. Testosteron seviyesini artıran bitkilere ashwagandha, çemen otu ve tongkat ali (Malezya ginsengi) örnek gösterilebilir. Bugüne kadar yapılan birçok çalışma, Ashwagandha takviyesinin testosteron seviyelerinde önemli bir artışa yol açtığını göstermiştir. Gupta ve Srivastava’nın gerçekleştirdiği deneysel çalışmada, Ashwagandha kök ekstresinin erkek üreme sağlığı üzerindeki etkileri derinlemesine incelenmiştir. 2.4 GHz Wi-Fi radyasyonuna maruz kalan erkek bıldırcınlar kullanılarak ekstrenin oksidatif stres ve inflamasyonu azaltarak testosteron üretimini ve sperm sayısını nasıl etkilediği araştırılmıştır (14).                                                 Araştırmada Wi-Fi maruziyeti; testis hacmi, yoğunluğu ve gonado-somatik indeks (GSI) gibi morfolojik parametrelerde belirgin bir azalmaya yol açmıştır. Aynı zamanda serum testosteron düzeyinde anlamlı bir düşüş gözlenmiştir. Ashwagandha ile eş zamanlı tedavi bu parametreleri neredeyse kontrol düzeylerine geri döndürmüştür (14).Moleküler düzeyde Ashwagandha’nın etkileri daha da belirgindir. Wi-Fi’ye maruz kalan grupta, testislerde anti-inflamatuar sitokin IL-10’un baskılandığı, buna karşın pro-inflamatuar IL-1β ve NF-κB’nin ciddi oranda arttığı görülmüştür. Ashwagandha tedavisi, bu inflamatuar yanıtı tersine çevirerek testis mikroçevresinde iltihap seviyesini düşürmüştür. Bunun yanı sıra ERα (östrojen reseptör alfa) ekspresyonunun arttığı bu sayede testosteron sentezinin teşvik edildiği belirlenmiştir. Sperm sayısında da kayda değer bir artış saptanmış ve testislerdeki yapısal bozulmalar (seminifer tübül çapı, hücresel organizasyon) düzene girmiştir. Bu sonuçlar Ashwagandha’nın testosteron artışını sadece hormonal düzeyde değil, aynı zamanda hücresel ve genetik seviyelerde de desteklediğini gösterir (14). Ek olarak Ashwagandha testosteron seviyelerini artırabileceğinden, hormona duyarlı prostat kanseri olan kişiler kullanımından kaçınmalıdır (15). Referanslar:1)    Mandlik Ingawale DS, Namdeo AG. Pharmacological evaluation of Ashwagandha highlighting its healthcare claims, safety, and toxicity aspects. J Diet Suppl 2021;18:183-2262)    Office of Dietary Supplements, National Institutes of Health. Ashwagandha. Bethesda (MD): National Institutes of Health; 2024 Mar 15.3)    https://www.verywellhealth.com/when-to-take-ashwagandha-for-health-benefits-87644894)    Salve J, Pate S, Debnath K, Langade D. Adaptogenic and Anxiolytic Effects of Ashwagandha Root Extract in Healthy Adults: A Double-blind, Randomized, Placebo-controlled Clinical Study. Cureus. 2019 Dec 25;11(12):e6466. doi: 10.7759/cureus.6466. PMID: 32021735; PMCID: PMC6979308.5)    Mikulska P, Malinowska M, Ignacyk M, Szustowski P, Nowak J, Pesta K, Szeląg M, Szklanny D, Judasz E, Kaczmarek G, Ejiohuo OP, Paczkowska-Walendowska M, Gościniak A, Cielecka-Piontek J. Ashwagandha (Withania somnifera)-Current Research on the Health-Promoting Activities: A Narrative Review. Pharmaceutics. 2023 Mar 24;15(4):1057. doi: 10.3390/pharmaceutics15041057. PMID: 37111543; PMCID: PMC10147008.6)    Velan Arumugam, Venugopal Vijayakumar, Arthi Balakrishnan, Rudra B Bhandari, Deenadayalan Boopalan, Ramesh Ponnurangam, Venkateswaran Sankaralingam Thirupathy, Maheshkumar Kuppusamy,Effects of Ashwagandha (Withania Somnifera) on stress and anxiety: A systematic review and meta-analysis,EXPLORE,Volume 20, Issue 6,2024,103062,ISSN 1550-8307,https://doi.org/10.1016/j.explore.2024.103062.7)    Wiciński M, Fajkiel-Madajczyk A, Kurant Z, Kurant D, Gryczka K, Falkowski M, Wiśniewska M, Słupski M, Ohla J, Zabrzyński J. Can Ashwagandha Benefit the Endocrine System?-A Review. Int J Mol Sci. 2023 Nov 20;24(22):16513. doi: 10.3390/ijms242216513. PMID: 38003702; PMCID: PMC10671406.8)    Dongre S, Langade D, Bhattacharyya S. Efficacy and Safety of Ashwagandha (Withania somnifera) Root Extract in Improving Sexual Function in Women: A Pilot Study. Biomed Res Int 2015;2015:284154.9)    Bhattarai JP, Ah Park S, Han SK. The methanolic extract of Withania somnifera ACTS on GABAA receptors in gonadotropin releasing hormone (GnRH) neurons in mice. Phytother Res. 2010 Aug;24(8):1147-50. doi: 10.1002/ptr.3088. PMID: 20044800.10)    Bazm, M. A., Naseri, L., & Khazaei, M. (2018). Methods of inducing breast cancer in animal models: A systematic review. World Cancer Research Journal, 5(4), e1182.11)    Biswal BM, Sulaiman SA, Ismail HC, Zakaria H, Musa KI. Effect of Withania somnifera (Ashwagandha) on the development of chemotherapy-induced fatigue and quality of life in breast cancer patients. Integr Cancer Ther. 2013 Jul;12(4):312-22. doi: 10.1177/1534735412464551. Epub 2012 Nov 9. PMID: 23142798.12)    Gopal, S., Ajgaonkar, A., Kanchi, P., Kaundinya, A., Thakare, V., Chauhan, S. and Langade, D. (2021), Effect of an ashwagandha (Withania Somnifera) root extract on climacteric symptoms in women during perimenopause: A randomized, double-blind, placebo-controlled study. J. Obstet. Gynaecol. Res., 47: 4414-4425. https://doi.org/10.1111/jog.1503013)    Ayvaz, Zafer. (2024). Ashwagandha'nın Sağlığa Faydaları. Ekoloji. 4. 15-22.14)    Gupta, V., & Srivastava, R. (2025). Amelioration and Immuno-modulation by Ashwagandha on Wi-fi Induced Oxidative Stress in Regulating Reproduction Via Estrogen Receptor Alpha in Male Japanese Quail. Reproductive Sciences, 32(455–466).15)    https://www.nccih.nih.gov/health/ashwagandha

Learn more
Tırnaklardaki Çizgiler Hangi Sağlık Sorunlarının İşaretçisi Olabilir? - ya da multicosmetics

Tırnaklardaki Çizgiler Hangi Sağlık Sorunlarının İşaretçisi Olabilir?

Tırnak Çizgileri Neden Oluşur? Yatay ve Dikey Çizgilerin Anlamları Tırnaklarda görülebilen yatay ve dikey çizgiler birçok rahatsızlığın göstergesi olarak ortaya çıkabilmektedir. Yatay tırnak çizgileri akut hastalıklar, enfeksiyonlar, travmalar sonucu görülürken; dikey tırnak çizgilerinin ise yaşlanma, vitamin ve mineral eksiklikleri, kronik rahatsızlıklar sonucu görülebilmektedir [1]. El ve ayak tırnaklarının dikkatli bir şekilde incelenmesi, tırnak çizgilerinin neyin belirtisi olduğunu ve altta yatan sistemik hastalıklara dair bulgular sunabilmektedir. Özellikle, tırnaklardaki değişiklikler, vücudun genel sağlık durumu hakkında önemli ipuçları sunar ve erken dönemdeki belirtiler sayesinde doğru tedaviye yönlendirilmesine yardımcı olabilir. Tırnaklar, kalp hastalıklarından böbrek sorunlarına, tiroid bozukluklarından anemiye kadar pek çok sağlık sorununun belirtisi olabilmektedir.  Beau Çizgileri (Yatay Çizgiler): Akut Hastalıklar ve Travma İlişkisi Beau çizgileri (yatay çizgiler), tırnak plağının yüzeyinde ve proksimal tırnak kıvrımının altından çıkan enine doğrusal çöküntülerdir. Bu çizgiler tırnak matrisindeki keratinositlerin mitotik aktivitelerinde meydana gelen geçici azalmadan kaynaklanmaktadır ve tırnak plağında enine olukların oluşmasına neden olmaktadır [2], [3]. Beau çizgilerinin hastalık ilişkisi, sistemik ve lokal travmalar, sitotoksik ajanlar veya metabolik olaylarla bağlantılı olarak gelişebilmektedir. Beau çizgileri, belirgin klinik bulgulara sahip tırnak distrofisi olup, genellikle başlatıcı faktör olarak travma ile ilişkilendirilmiştir. Bunun yanı sıra enfeksiyonlar, ciddi tıbbi rahatsızlıklar, ilaç yan etkileri ve otoimmün hastalıklar Beau çizgilerine neden olabilmektedir [4]. Beau çizgileri, koroner tromboz, kızamık, kabakulak, Kawasaki hastalığı, zatürre, pulmoner emboli ve böbrek yetmezliği gibi sistemik bozukluklarda tanımlanmıştır [5]. Bu çizgiler, tırnak büyümesinin geçici olarak durması sonucu oluşur ve genellikle hastalıkların şiddeti ile ilişkilidir. Akut hastalıklar sırasında, vücutta yaşanan stres ve metabolik değişiklikler, tırnak matriksinde bir duraklamaya neden olabilir. Ayrıca, kemoterapi gibi sitotoksik tedavi süreçleri, tırnakları etkileyerek Beau çizgilerinin oluşumunu tetikleyebilir. Bununla birlikte, tırnaklara uygulanan lokal travmalar veya ciddi enfeksiyonlar da bu çizgilerin gelişmesine neden olabilir [6]. Yapılan bir çalışmada, Beau çizgilerinin en yaygın nedenlerinin sırasıyla ilaçlar (%36,3) ve enfeksiyonlar (%36,9) olduğu kanıtlanmıştır. Diğer nedenler ise otoimmün olmayan sistemik hastalıklar, otoimmün sistemik hastalıklar, travma, kalıtsal hastalıklar, nörolojik veya nöromüsküler hastalıklar, onikomikoz olarak tespit edilmiştir [7]. Dikey Çizgiler: Yaşlanma, Beslenme Eksiklikleri veya Kronik Sorunlar Tırnağın proksimalinden serbest ucuna doğru uzanan çizgiler doğal yaşlanma sürecinin bir parçasıdır [8]. Lineer tırnak uzamasının yavaşlaması yaş ilerledikçe tırnağın kimyasal yapısının değişmesine bağlıdır. Bu değişikliğe bağlı olarak da dikey çizgilenmede artış görülebilmektedir [9]. Tırnaklar incelir ve matlaşırsa bu durum trakiyonişi olarak bilinmektedir. Bu durum, alopesi areata, sedef hastalığı, atopik dermatit ve liken planus gibi ilişkili durumlarla ilgili olabilmektedir [10]. B vitamini, folat ve protein açısından yetersiz beslenme sonucu da tırnaklarda dikey çizgiler görülebilmektedir. Bu dikey çizgiler tırnak yüzeyinde ince, uzun çizgiler şeklinde görülür ve tırnak sağlığını olumsuz yönde etkileyen bu çizgiler beslenme eksikliklerinin ve kronik hastalıkların belirtisi olabilmektedir. [11]. Vitamin ve Mineral Eksikliklerinin Tırnak Üzerindeki Etkileri Normal tırnak plağı belirli oranlarda çeşitli besinlerden oluşmaktadır. Bundan dolayı vitamin ve mineral eksiklikleri tırnak plağında önemli değişikliklere sebep olabilmektedir. Vücut ve kandaki besin seviyeleri ile tırnak plağındaki konsantrasyonları arasında korelasyon olduğu bilinmektedir. Vitamin ve mineral eksikliği durumunda tırnaklardaki besin konsantrasyonları düşerken aşırı alım veya toksisite durumunda tırnak konsantrasyonları yükselmektedir. Özellikle demir, kalsiyum, çinko, magnezyum gibi minerallerin, A, D, B ve C vitaminlerinin eksiklikleri tırnaklarda belirgin değişikliklere neden olabilmektedir [12]. Demir Eksikliği Anemisi ve Soluk Tırnak Yatağı Tırnak yatağının soluk görünümlü olması anemi belirtisi olarak bilinmektedir [13]. Demir eksikliği anemisinde vücuttaki oksijen taşıma kapasitesinin düşmekte ve tırnağa giden kan akışı azalmaktadır. Normal durumda pembe renkte olan tırnak yatağı demir eksikliği anemisi görüldüğünde soluk bir hale gelmektedir [13]. Ayrıca demir eksikliği anemisi sonucu oldukça kırılgan hale gelen tırnaklar, katman biçiminde ayrılabilmekte ve kabarık uzunlamasına çizgiler görülebilmektedir. Demir eksikliğinde görülen tırnak belirtileri arasında koilonişi de bulunmaktadır [15], [16].  Koilonişi aynı zamanda kaşık tırnak olarak da bilinmektedir. Tırnak plağının orta kısmının düz olup distal tırnak plağının ve lateral kenarların yukarı doğru eğrilmesini ile karakterize bir durumdur ve demir eksikliği anemisinde sıkça gözlenen bir belirtidir [17]. Biotin (B7 Vitamini) Eksikliğinde Kırılganlık ve Çizgilenme Biotin süt, yumurta, tahıl gibi gıdalarda bulunan suda çözünen bir vitamindir. Vücutta keratinin biyosentezinde görev almaktadır. Keratinositlerin bir arada durmasını sağlar. Ayrıca tırnak plağının dayanıklılığını artırır, hücre yenilenmesini uyararak tırnağın büyümesini iyileştirir ve nem kaybını azaltarak tırnak sağlığını desteklemektedir [18], [19]. Biotin eksikliğinde tırnaklarda kırılma ve çizgilenme gibi sorunlar meydana gelmektedir. Tırnaklar normalden daha kırılgan hale gelmesi, tırnak büyümesi yavaşlaması ve uzunlamasına çizgiler görülmesi vücudun biyotine ihtiyacı olduğunu göstermektedir. Bu durumda biyotin takviyesi alınması ve biyotinden zengin gıdaların tüketilmesi tırnakların güçlenmesi ve sağlıklı büyümesi açısından faydalı olacaktır [19]. Sistemik Hastalıkların Tırnaklarda Yansıması Tırnakların şeklinde, renginde ve büyüme hızında meydana gelen değişiklikler sistemik hastalıkların belirtisi olabilmektedir. Dolaşım, solunum, endokrin, renal, kas-iskelet, beslenme ve metabolik sistemlerdeki hastalıklar ile ilgili ipuçları vermektedir. Örneğin sedef hastalığı, tiroid hastalıkları ve diyabet tırnaklarda karakteristik özelliklerde değişikliklere neden olabilmektedir. Sedef hastalığında (Psorasis) tırnak yüzeyinde çukurlaşma (Pitting) görülmektedir. Tiroid hastalarında hassas hale gelen tırnakların kırılması, büyümesinin yavaşlaması gibi belirtiler görülürken diyabet hastalarında ise tırnaklarda sararma ve kalınlaşma gözlenmektedir. Tırnaklarda görülen bu değişiklikler sistemik hastalıkların teşhisinde önem kazanmakta ve hastalıklara erken aşamada tanı konmasını sağlamaktadır [20], [21]. Sedef Hastalığı (Psoriasis) ve Tırnak Pitting Belirtisi Tırnaklarda görülen sedef hastalığı hastalarda işlevsel problemlere sebep olan sosyal ve psikolojik bir sorun olarak bilinmektedir. Sistemik bir hastalık olan sedef hastalığı kozmetik bir kusur olmanın yanı sıra günlük yaşamı da etkilemektedir [22]. Yapılan bir çalışmada tırnak rahatsızlıkları arasında onikomikozdan (tırnak mantarı) sonra en sık görülen hastalık sedef hastalığı (%20) olarak belirlenmiştir [23]. Sedef hastalığının yaygın belirtileri arasında çukurlaşma (pitting), tırnak altı kalınlaşma (subungual hiperkeratoz) ve tırnak plağında gevşemeler bulunmaktadır [22]. En sık görülen belirti pitting olup hastaların %68’inin etkilemektedir. Tırnak plağındaki bu yüzeysel çöküntüler tırnak matrisinin iltihaplanması ile ilgili bir durumdur [24]. Pitting liken planus, egzama, alopesi areata gibi hastalıklarda da görülebilmektedir fakat sedef hastalığında meydana gelen çukurlar daha derindir [1]. Daha nadir ise tırnaklarda renk değişikliği ve kanamalar gibi belirtiler görülebilmektedir. Bu semptomlar başka hastalıklarda da görülebileceğinden doğru tanının konulması önem taşımaktadır. Tiroid Bozuklukları ile İlişkili Tırnak Değişimleri Hipertiroidi hastalarının %5’inde tırnak problemleri görülmektedir. Onikoliz (tırnak plağının yatağından ayrılması), tırnakların kırılgan hale gelmesi, tırnakta kahverengi lekeler gibi belirtiler gözlenmektedir [25]. Hipotiroidi hastalarında ise tırnaklarda kırılma, düzleşme, yavaş büyüme, kuruluk ve onikoreksis (uzunlamasına çıkıntılar) gözlenmektedir [26]. Hipotiroidizm sekonder gelişen vazokonstriksiyon ve metabolik hızın düşmesi sebebiyle hipotermiye neden olmaktadır. Vazokonstriksiyon oksijen ve besinin deriye geçişini azaltır ve kırılgan, yavaş büyüyen tırnaklar ortaya çıkmaktadır. Hipertiroidizmde ise vazodilatasyon görüldüğü için tırnakların hızlı büyümesi söz konusu olabilmektedir [27]. Tirotoksikoz hastalarında ise onikoliz, yumuşak ve içbükey tırnaklar gözlenmektedir [28]. Meydana gelen tırnak değişiklikleri tiroid bozukluklarının erken klinik belirtileri olabilmektedir. Dermatolojik ve Kozmetik Faktörler Tırnaklarda estetik görünüm sağlamak için yapılan işlemler, tırnak yüzeyine ve çevresine zarar verebilmektedir [29]. Tırnak bakımında yanlış kesim yapılması tırnaklarda batmalara ve enfeksiyonlara yol açabilmektedir. Kütiküllerin çıkarılması ile tırnak çevresindeki koruyucu bariyer uzaklaştırılmakta ve enfeksiyonlara açık hale gelmektedir. Tırnak kozmetik bakımında dikey çizgilerin düzeltilmesi amacıyla yapılan törpüleme işlemi tırnakların kırılmasına neden olmaktadır. Manikür gibi işlemler sonrası da tırnaklar zayıflamakta ve uzun süreli oje kullanımı sonucu da tırnağın oksijenle temasının kesilmesine, renk değişimlerine yol açabilmektedir [30], [31]. Aseton gibi çözücüler ve ojeler tırnağın yapısına zarar verdiğinden kırılmalar ve incelmeler görülebilmektedir. Uzun süreli aseton kullanımı keratin granülasyonuna sebep olabilmektedir [32]. Yanlış Oje Temizleyici Kullanımı ve Tırnak Yüzey Hasarı Oje temizleyiciler genellikle koku ve renk eklenerek elde edilen organik bir çözücülerdir [33]. Oje temizleyiciler tırnak yüzeyinde biriken reçine tabakasının çözülmesini sağlamaktadır [34]. Yaygın kullanılan ve en bilinen oje temizleyici ise asetondur. Güçlü bir çözücü olduğu için ojeyi hızla çıkarabilir ancak yanlış kullanım sonucu düşük konsantrasyonlarda dahi tahriş edebilir ve tırnakların kuru ve mat görünmesine neden olabilmektedir. Ayrıca, çok sık aralıklarla aseton kullanımı sonucu tırnak plağında keratin degranülasyonu görülebilmektedir. Bu da tırnak yüzeyinde beyaz çizgilenmelere neden olmaktadır [32]. Tırnak bakımında doğru oje temizleyici seçimi tırnak sağlığı açısından önem taşımaktadır. Olumsuz etkileri en aza indirmek için az miktarda ürün tercih edilmeli ve ürünlerin aşırı kullanımından kaçınılmalıdır. Nem Kaybı ve Lipid Bariyer Bozukluğunun Rolü Tırnakların su içeriği keratinize dokunun yapısının korunmasında önemlidir. Tırnaklarda kullanılan kozmetik ürünler keratin yapıya zarar vererek su içeriğinin azalmasıyla nem kaybına neden olmaktadır. Nem dengesinin sağlanması tırnakların sağlıklı büyümesi açısından önemlidir. Oje temizleyiciler tırnağın doğal nem dengesini bozarak tırnakların incelmesine ve kırılmasına yol açmaktadır [35]. Ayrıca kullanılan kozmetik ürünler lipit bariyer bozukluğuna da sebep olmaktadır. Aseton kullanımı lipid bariyerine zarar vermektedir. Tırnaklarda yumuşama, kırılma ve tırnakların katmanlı yapısında boşluklar gözlenmektedir. Tırnak sağlığı için nemlendirici ve besleyici ürünlerin kullanımı ile meydana gelecek olumsuz durumların önüne geçilebilir [36]. Tırnak Sağlığını Korumak İçin Öneriler Tırnakların sağlıklı görünmesi ve kırılmaların önüne geçebilmek adına bazı önlemler almak gerekmektedir. İşte tırnak sağlığını korumak için öneriler: Tırnakları kısa tutun: Düzenli bir şekilde tırnakların kesilmesi kırılmaların ve travmaların önüne geçecektir. Tırnakları temiz ve kuru tutmaya özen gösterin: Temiz tırnaklar bakterilerin ve mantarların tırnaklarda üremesini engeller. Cilt-tırnak bütünlüğünü koruyacak SLS içermeyen tırnak temizleyici ürünler tercih edilmelidir. Uzun süre suya maruziyet sonucu tırnaklar çatlayabilir. Maruziyeti azaltmak için eldiven tercih edebilirsiniz. Nemlendirici ve besleyici ürünleri bakım rutininize ekleyin: Tırnakların nemli olması hasara ve çatlamalara karşı tırnağı koruyacaktır. Kimyasal ürünlerden kaçının: Kimyasal içerikli temizlik malzemeleri, tırnakların yapısına zarar verir. Aseton içeren oje temizleyiciler, tırnakların nem dengesini bozarak zayıflamalarına neden olabilir. Kimyasal içeriği daha az ürünler seçerek tırnakların doğal yapısını koruyabilirsiniz [37], [38]. Tırnak sağlığını korumak sadece bakım rutiniyle sınırlı değildir; aynı zamanda tırnak mantarı gibi enfeksiyonlara karşı da önlem almak gerekir. Bu nedenle erken teşhis ve doğru tırnak mantarı tedavisi uygulamaları büyük önem taşır. Cilt-Tırnak Bütünlüğüne Uygun Temizleyici Seçimi (SLS İçermeyen Ürünler) Tırnak sağlığı sadece tırnak bakımından ibaret değildir. Ciltle uyumlu bir temizleyici seçimi yapmak önemlidir. Tırnak etleri tırnağı destekleyen bir bariyer görevi görmektedir. Bu sebeple, uygun temizleyici ürünlerin seçilmesi, cilt-tırnak bütünlüğünün korunmasında kritik rol oynamaktadır.  SLS (Sodyum Lauril Sülfat) cilt bakım ürünlerinde yaygın temizleme maddesi olarak kullanılan yüzey aktif maddedir [39]. SLS cilt lipitlerinin bileşimini bozarak stratum korneum yüzeyinden lipitleri uzaklaştırabilir ve böylece cilt bariyer fonksiyonunu bozabilir [40]. Tırnak çevresindeki ciltte daha hassas olduğundan bu etki daha belirgin olabilmektedir. Özellikle ellerin suyla sık temas ettiği durumlarda, SLS içeren temizleyici ürünler tırnak etlerinin kurumasına, çatlamasına yol açabilmektedir. Ayrıca, tırnakları besleyen ve güçlendiren doğal yağların kaybolmasına sebep olabilmektedir. Cilt-tırnak bütünlüğünü korumak için uygun bakım yapılmalı ve cilt dostu, SLS içermeyen ürünler tercih edilmelidir. [41]. Nemlendirici İçerikler (Seramid, Panthenol) ile Tırnak Çevresi Bakımı Nemlendirici içerikli ürünler tırnakların nem dengesinin korunması, kırılma ve çatlama riskini önemli ölçüde azaltmaktadır. Seramid ciltte doğal olarak bulunan ve cilt bariyerinin güçlenmesine yardımcı olan lipitlerdendir. Cildin nemli kalmasını sağlar, kuruma ve tahrişi engellemektedir [42]. Panthenol, tırnak çevresi bakımında önemli bir bileşendir.  Panthenol suda çözünen ve higroskopik bir madde olduğu için cilt nemlendirme etkisi vardır. Cildi nemlendirmenin yanı sıra pürüzlü görünümü iyileştirmektedir. Aynı zamanda bu özelliği sayesinde cilt tahrişine ve SLS gibi maddelerden kaynaklanan hasarlara karşı koruyucu etkiler de göstermektedir [43].Nemlendirici ürünlerin düzenli kullanımı, tırnak plağı ve etlerinin sağlıklı ve güçlü kalmasına yardımcı olmaktadır.  Biyoteknolojik Aktiflerle Desteklenen Onarıcı Formüller Tırnak sağlığını desteklemek amacıyla biyoaktif içerikli tırnak ürünlerinin kullanımı, son yıllarda büyük bir önem kazanmıştır. Biyoaktif içerikli tırnak ürünleri, tırnak sağlığını destekleyen ve onaran çeşitli biyoteknolojik ve doğal bileşenler içermektedir. Keratin, biotin, hyalüronik asit, panthenol, seramid ve çeşitli yağlar gibi içerikler, tırnakların güçlü ve sağlıklı olmasına katkı sağlamaktadır. Bu bileşenler, tırnak yapısının güçlenmesini sağlarken, nem dengesinin korunmasına ve tırnak çevresindeki cilt bariyerinin iyileştirilmesine de yardımcı olmaktadır [44].Onarıcı, besleyici ve nemlendirici formülü ile tırnak bakım kalemi, tırnakların sağlıklı bir görünüm kazanmasını sağlamaktadır.   Kaynakça1.    Fawcett, R. S., Linford, S., & Stulberg, D. L. (2004). Nail abnormalities: clues to systemic disease. American family physician, 69(6), 1417-1424.2.    Kim, B. R., Da-Ae, Y. U., Lee, S. R., Lim, S. S., & Je-Ho, M. U. N. (2023). Beau’s Lines and Onychomadesis: a systematic review of characteristics and aetiology. Acta Dermato-Venereologica, 103, 18251.3.    Robert, C., Sibaud, V., Mateus, C., Verschoore, M., Charles, C., Lanoy, E., & Baran, R. (2015). Nail toxicities induced by systemic anticancer treatments. The Lancet Oncology, 16(4), e181-e189.4.    Braswell, M. A., Daniel III, C. R., & Brodell, R. T. (2015). Beau lines, onychomadesis, and retronychia: a unifying hypothesis. Journal of the American Academy of Dermatology, 73(5), 849-855.5.    Metin, A., Güzeloğlu, M., Delice, İ., & Subaşı, Ş. " Beau Çizgileri" Tırnak Deformitesi.6.    Saraswat, N., Sood, A., Verma, R., Kumar, D., & Kumar, S. (2020). Nail changes induced by chemotherapeutic agents. Indian Journal of Dermatology, 65(3), 193-198.7.    Kim, B. R., Da-Ae, Y. U., Lee, S. R., Lim, S. S., & Je-Ho, M. U. N. (2023). Beau’s Lines and Onychomadesis: a systematic review of characteristics and aetiology. Acta Dermato-Venereologica, 103, 18251.8.    Kaptanoğlu, A. F., & Egemen, A. (2001). Sağlıklı çocuk izleminde tırnak muayenesi. Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi, 10(5), 168-173.9.    KARTAL, S. P. Cemile Tuğba ALTUNELa.10.    Piraccini, B. M., Iorizzo, M., Antonucci, A., & Tosti, A. (2004). Treatment of nail disorders. Clinical Practice, 1(1), 159.11.    Noppakun, N., & Swasdikul, D. (1986). Reversible hyperpigmentation of skin and nails with white hair due to vitamin B12 deficiency. Archives of dermatology, 122(8), 896-899.12.    Seshadri, D., & De, D. (2012). Nails in nutritional deficiencies. Indian Journal of Dermatology, Venereology and Leprology, 78, 237.13.    Cashman, M. W., & Sloan, S. B. (2010). Nutrition and nail disease. Clinics in dermatology, 28(4), 420-425.14.    Yamaguchi, T., & Shimizu, K. (2022). Koilonychia in a Patient with Heart Failure and Iron Deficiency Anemia. The American Journal of Medicine, 135(10), e393-e394.15.    GÜNDÜZ, M. (2017). Demir Eksikliği Semptom ve Klinik Bulguları. Turkiye Klinikleri Hematology-Special Topics, 10(3), 171-175.16.    Bolaman, Z. (2004). Demir Eksikliği Anemisi. 6. Ulusal İç Hastalıkları Kongresi Kongre Program ve Bildiri Özetleri Kitabı, 50-57.17.    Walker, J., Baran, R., Vélez, N., & Jellinek, N. (2016). Koilonychia: an update on pathophysiology, differential diagnosis and clinical relevance. Journal of the European Academy of Dermatology and Venereology, 30(11), 1985-1991.18.    Kannan, S., Balakrishnan, J., & Nagarajan, P. (2024). Vitamin B7 (Biotin) and Its Role in Hair, Skin and Nail Health. In Hydrophilic Vitamins in Health and Disease (pp. 233-252). Cham: Springer International Publishing.19.    Iorizzo, M., Pazzaglia, M., M Piraccini, B., Tullo, S., & Tosti, A. (2004). Brittle nails. Journal of cosmetic dermatology, 3(3), 138-144.20.    Holzberg, M. (2012). The nail in systemic disease. Baran & Dawber's Diseases of the Nails and their Management, 315-412.21.    Satasia, M., & Sutaria, A. H. (2023). Nail Whispers Revealing Dermatological and Systemic Secrets: An Analysis of Nail Disorders Associated With Diverse Dermatological and Systemic Conditions. Cureus, 15(9).22.    Sobolewski, P., Walecka, I., & Dopytalska, K. (2017). Nail involvement in psoriatic arthritis. Reumatologia/Rheumatology, 55(3), 131-135.23.    Satasia, M., & Sutaria, A. H. (2023). Nail Whispers Revealing Dermatological and Systemic Secrets: An Analysis of Nail Disorders Associated With Diverse Dermatological and Systemic Conditions. Cureus, 15(9).24.    Jiaravuthisan, M. M., Sasseville, D., Vender, R. B., Murphy, F., & Muhn, C. Y. (2007). Psoriasis of the nail: anatomy, pathology, clinical presentation, and a review of the literature on therapy. Journal of the American Academy of Dermatology, 57(1), 1-27.25.    Mullin, G. E., & Eastern, J. S. (1986). Cutaneous consequences of accelerated thyroid function. Cutis, 37(2), 109-114.26.    Rosenberg, A., & Lipner, S. R. (2022). Nail changes associated with thyroid disease. Cutis, 110(2), E8-E12.27.    Heymann, W. R. (1992). Cutaneous manifestations of thyroid disease. Journal of the American Academy of Dermatology, 26(6), 885-902. 28.    Safer, J. D. (2011). Thyroid hormone action on skin. Dermato-endocrinology, 3(3), 211-215. 29.    Dinani, N., & George, S. (2019). Nail cosmetics: a dermatological perspective. Clinical and Experimental Dermatology, 44(6), 599-605.30.    Iorizzo, M., Piraccini, B. M., & Tosti, A. (2007). Nail cosmetics in nail disorders. Journal of cosmetic dermatology, 6(1), 53-58.31.    Chen, A. F., Chimento, S. M., Hu, S., Sanchez, M., Zaiac, M., & Tosti, A. (2012). Nail damage from gel polish manicure. Journal of cosmetic dermatology, 11(1), 27-29.32.    Rieder, E. A., & Tosti, A. (2016). Cosmetically induced disorders of the nail with update on contemporary nail manicures. The Journal of clinical and aesthetic dermatology, 9(4), 39.33.    Arora, H., & Tosti, A. (2017). Safety and efficacy of nail products. Cosmetics, 4(3), 24.34.    Bansal, S., & Grover, C. (2024). Adverse effects of nail cosmetics and how to prevent them. Cosmoderma, 4.35.    Barba, C., Méndez, S., Martí, M., Parra, J. L., & Coderch, L. (2009). Water content of hair and nails. Thermochimica Acta, 494(1-2), 136-140.36.    Maeda, K., & Iwashita, N. (2022). Experimental Study of the Reduction in Ceramide Content in Fingernails Due to Nail Polish Remover Use. Cosmetics, 9(6), 125.37.    Chessa, M. A., Iorizzo, M., Richert, B., López-Estebaranz, J. L., Rigopoulos, D., Tosti, A., ... & Piraccini, B. M. (2020). Pathogenesis, clinical signs and treatment recommendations in brittle nails: a review. Dermatology and therapy, 10, 15-27.38.    Menge, J. Tips for Nail Health.39.    Fiume, M., Bergfeld, W. F., Belsito, D. V., Klaassen, C. D., Marks, J. G., Shank, R. C., ... & Andersen, F. A. (2010). Final report on the safety assessment of sodium cetearyl sulfate and related alkyl sulfates as used in cosmetics. International journal of toxicology, 29(3_suppl), 115S-132S.40.    Wilhelm, K. P., Freitag, G., & Wolff, H. H. (1994). Surfactant-induced skin irritation and skin repair: evaluation of a cumulative human irritation model by noninvasive techniques. Journal of the American Academy of Dermatology, 31(6), 981-987.41.    Leoty-Okombi, S., Gillaizeau, F., Leuillet, S., Douillard, B., Le Fresne-Languille, S., Carton, T., ... & André, V. (2021). Effect of sodium lauryl sulfate (SLS) applied as a patch on human skin physiology and its microbiota. Cosmetics, 8(1), 6.42.    Baran, R., & Maibach, H. I. (Eds.). (2017). Textbook of Cosmetic Dermatology. CRC Press.43.    Ebner, F., Heller, A., Rippke, F., & Tausch, I. (2002). Topical use of dexpanthenol in skin disorders. American journal of clinical dermatology, 3, 427-433.44.    Gomes, C., Silva, A. C., Marques, A. C., Sousa Lobo, J., & Amaral, M. H. (2020). Biotechnology applied to cosmetics and aesthetic medicines. Cosmetics, 7(2), 33.

Learn more
Güvenli Güneş Koruması: Oksibenzon ve Hormon Dengesi İlişkisi - ya da multicosmetics

Güvenli Güneş Koruması: Oksibenzon ve Hormon Dengesi İlişkisi

Oksibenzon (Benzofenon-3) Nedir?  Oksibenzon ((Benzofenon-3), güneş kremlerinde kullanılan cildi hem UV-B hem de UV-A radyasyonuna karşı koruyan bir filtredir. Oksibenzonun Endokrin Sistem Üzerindeki Etkileri Endokrin sistem, hormonları üreten ve kana salgılayan organlar ve bezlerden oluşan sistem için kullanılan bir terimdir. (14) Endokrin sistem; hipotalamus, epifiz bezi, hipofiz bezi, tiroit bezi, paratiroit bezi, timüs bezi, adrenal bezler ve pankreas, erkeklerde testisler, kadınlarda yumurtalıklar ve hamilelik döneminde plasentadan oluşmaktadır.(14) Yapılan bilimsel çalışmalara göre en endişe verici güneş kremi aktif maddesi oksibenzondur. Cilt tarafından kolayca emilir. Hormon dengesini bozucu etkileri vardır. (1) Östrojen Benzeri Aktivite  Endokrin bozucu kimyasallar ile ilgili artan kanıtlar, östrojenik veya antiandrojenik etkileri nedeniyle üreme sistemi ve prostat dahil olmak üzere endokrin sistem üzerinde olumsuz etkilerini göstermektedir. (2) Yapılan in vivo ve in vitro çalışmalara göre oksibenzon östrojen reseptörüne bağlanabilir ve vücutta doğal östrojen gibi davranabilir. Bu durum özellikle meme kanseri hücrelerinde hücre çoğalmasını (proliferasyon) artırabilir ve üreme sağlığını olumsuz etkileyebilir. (3) Tiroid Fonksiyonlarına Etkisi Oksibenzonun (benzofenon-3) tiroid fonksiyonları üzerinde potansiyel bozucu etkileri olduğu çeşitli çalışmalarla ortaya koyulmuştur. Bu etkiler, oksibenzonun tiroid hormonlarının (özellikle T3 ve T4) sentezi, salgılanmaları ve reseptör etkileşimlerini değiştirici özelliği ile ilişkilidir. Fareler üzerinde yapılan çalışmalarda oksibenzonun tiroid hormonları olan T3 (triiyodotironin) ve T4 (tiroksin) seviyelerini azaltabileceği gösterilmiştir. Hipotiroidizme benzer sonuçlara yol açabilir. Tiroid hormon düzeylerindeki azalma feedback mekanizması ile tiroid stimülan hormon (TSH) düzeylerinde artışa neden olabilir. Bu durum uzun vadede tiroit fonksiyon bozukluklarına yol açabilir. (4) Bazı epidemiyolojik çalışmalar oksibenzon gibi hormon sistemi bozucu maddelerin otoimmün tiroid hastalıklarının gelişimiyle ilişkili olabileceğini öne sürmektedir. (3) Tiroit hormonları beyin gelişimi ve metabolizma üzerinde kritik rol oynar. Oksibenzon hamilelerde kullanımı sonucu fetüste nörogelişimsel bozukluklara sebep olması ile dikkatleri üzerine çekmektedir. (4) Üreme Sağlığı Üzerindeki Etkileri Oksibenzonun üreme sağlığı üzerindeki etkileri, hem erkek hem de kadın üreme sistemine yönelik olumsuz sonuçlar doğurabilme potansiyeli çeşitli bilimsel çalışmalarda incelenmiştir. Oksibenzona maruz kalmanın, sperm kalitesinde azalma ve sperm motilitesinde düşüş ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Yapılan hayvan deneylerinde oksibenzonun testis ağırlığını azaltabileceği ve testosteron seviyelerini düşürebileceği rapor edilmiştir. (4) Buck Louis ve arkadaşları tarafından yapılan epidemiyolojik bir çalışmaya göre de oksibenzonun insanlarda sperm sayısında azalmaya neden olabilceği ve DNA hasarına yol açabileceği belirtilmektedir. (5) Oksibenzonun östrojen benzeri etkileri nedeniyle hormonal döngüleri bozabileceği ve erken menopoz gibi sorunlara yol açabileceği düşünülmektedir. (3) Gebelikte oksibenzona maruz kalan kadınlarda düşük doğum ağırlığı ve erken doğum riskinin arttığı görülmektedir. (6) Oksibenzonun Vücuda Geçiş Yolları Oksibenzonun vücuda geçiş yolları çevresel ve kişisel bakım ürünleri yoluyla maruziyetle ilişkilidir. İnsan vücuduna genellikle bu iki temel yolla girdiği görülmektedir. Dermal Absorbsiyon Oksibenzonun en yaygın geçiş yolu hormon bozucu güneş kremleri gibi kişisel bakım ürünleri ile deri yoluyla emilimdir. (7) Oksibenzon lipofilik (yağda çözünen) bir bileşik olduğu için epidermal lipit tabakasından kolayca geçebilir. (8) Emilim oranı, cilt bariyerinin bütünlüğüne, uygulama sıklığına, oksibenzon konsantrasyonuna ve uygulanan cilt yüzeyinin genişliğine bağlı olarak değişir. (8) UV ışınlarına maruz kalma, oksibenzon emilimini artırabilir. Bu durum cilt bariyerinin zayıflaması ve daha derin tabakalara ulaşma olasılığının artmasından kaynaklanır. (9)  Sistemik Dolaşıma Katılması Deri yoluyla emilen (transdermal geçiş) oksibenzon epidermal bariyeri geçerek dermis tabakasına ulaşır ve kan dolaşımına katılır.  Matta ve arkadaşlarının 2019 yılında JAMA dergisinde yayımladıkları bir çalışmada oksibenzon içeren güneş koruyucularının cilde uygulanmasından sonra plazma konsantrasyonları ölçülmüştür. (7) 24 katılımcı ile dört gün boyunca günde dört kez oksibenzon içeren güneş koruyucu uygulanmış ve her uygulamadan sonra düzenli aralıklarla plazma örnekleri toplanmıştır.(7) İlk uygulama sonrası oksibenzon plazma konsantrasyonu 0.5 ng/ml gibi düşük bir seviyeden başlamış, uygulama sayısı arttıkça hızlı bir şekilde yükselmiştir.(7) Dördüncü gün sonunda plazma oksibenzon seviyeleri 210.1 ng/ml seviyesine kadar çıkmıştır.(7) Uygulama sonlandırıldıktan sonra oksibenzonun plazmada kalma süresi yaklaşık 24-48 saat olarak hesaplanmıştır. (7) Ancak bazı katılımcılarda uygulama sona erdikten 4 gün sonrasına kadar plazmada tespit edilmiştir. (7) Bu bulgular oksibenzonun cilt bariyerini aşıp kan dolaşımına girdiğini, tekrarlanan uygulamalar ile birikim yaptığını, vücutta metabolize edilip yavaş yavaş atıldığını ve bireysel farklılıklara bağlı olarak plazmada kalma süresinde değişiklik gösterdiğini ortaya koymaktadır. Sistemik dolaşıma katılan oksibenzon, plazma proteinlerine bağlanır ve vücutta çeşitli dokulara taşınır. Biyotransformasyonu ise karaciğerde gerçekleşir ve glukuronidasyon yoluyla daha polar metabolitlere dönüştürülerek atılır. (10) Risk Grupları Oksibenzon zararları ile gündeme geldiğinden beri, etkilenecek popülasyon önem kazanmaya başladı. Oksibenzonun zararlarından en çok etkilenebilecek risk grupları hamile kadınlar, fetüsler, bebekler, küçük çocuklar, hormon dengesizliği olan kişiler, alerjik reaksiyonlara eğimli bireyler, kanser geçmişi olan bireyler, yüksek kanser riski taşıyan bireyler olarak sıralanmaktadır. Hamileler ve Emziren Anneler Oksibenzonun plasenta bariyerini aşarak fetüse geçebildiği birçok çalışmada kanıtlanmıştır. Bu geçiş fetal gelişim üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Çin’de gebe kadınlarda yapılan bir çalışmada fenol türevlerine (özellikle oksibenzon, bisfenol A gibi kimyasallar) prenatal maruziyetin doğum ağırlığı, gebelik süresi ve yenidoğan sağlığı üzerindeki etkileri değerlendirilmeye çalışılmıştır. 450 kadının gebelik dönemlerinde idrar örnekleri alınarak fenol ve oksibenzon metabolit düzeyleri ölçülmüştür. Yenidoğanların doğum ağırlığı, doğum zamanları, baş çevresi ve sağlık durumları gibi parametreler kaydedilmiştir. İdrar örneklerinde benzofenon-3 (BP-3) metabolitleri analiz edilmiş, elde edilen veriler hamilelik dönemindeki kimyasal maruziyet seviyelerini değerlendirmek için kullanılmıştır. Ölçülen seviyeler, fenol maruziyeti olmayan gebe kadınlarla karşılaştırılmıştır. Gebelik boyunca oksibenzona yüksek seviyede maruz kalan annelerin bebeklerinin doğum ağırlığı, düşük maruziyet seviyesine sahip kadınların bebeklerine göre ortalama 120-150 gram daha düşük bulunmuştur. Oksibenzon seviyelerinin en yüksek çeyreğinde yer alan annelerin bebeklerinde düşük doğum ağırlığı görülme olasılığı %22 artmıştır.  Oksibenzon metabolitleri seviyeleri yüksek olan kadınlarda erken doğum (37. Gebelik haftasından önce doğum) riski belirgin şekilde artmıştır. Erken doğum oranı oksibenzon seviyeleri yüksek olan grupta %18, düşük seviyede olan grupta ise %8 olarak tespit edilmiştir. (11) Yüksek oksibenzon maruziyeti bebeklerin baş çevresi ortalama 0,5 cm daha küçük ölçülmüştür. Prenatal oksibenzon maruziyeti fetal büyüme kısıtlaması (FGR) riskini artırmıştır. FGR vakaları maruziyetin yüksek olduğu grupta daha sık görülmüştür. (11) Emziren anneler üzerindeki etkileri konusunda spesifik ve kapsamlı bilimsel çalışmalar sınırlıdır. Birçok çalışma, güneş kremi kullanıcılarının anne sütünde değişen miktarlarda oksibenzon ve oktinoksat bulunduğunu bulmuştur. Bu kimyasalların emzirilen bebeklerde olumsuz etkilere neden olacak kadar yüksek miktarlarda aktarılıp aktarılmadığı henüz bilinmemektedir. (12,13) Anne ve bebek sağlığını korumak için oksibenzon içermeyen güneş kremleri tercih edilmeli ve gerekirse bir sağlık profesyoneline danışılması önemlidir. Nanopartikül olmayan çinko oksit içeren güneş koruyucular emziren anneler için iyi bir alternatiftir. (17) Çocuklar ve Ergenler Çocukluk ve ergenlik dönemlerinde hormonal değişiklikler çok daha hassas olduğu için oksibenzon maruziyeti bu yaş grubunda daha ciddi sonuçlara yol açabilir. Ayrıca çocukların ciltleri daha hassas ve geçirgen olduğundan birikim riski daha yüksektir. Birçok endokrin bozucu kimyasalın erken ergenliğe sebep olduğu gözlenmiştir. Erken ergenlik, ikincil cinsiyet özelliklerinin normalden erken belirginleşmesiyle ilgili patolojik bir durumu ifade etmektedir. Çocukların hormon salgısında artışa sebep olduğundan hem fiziksel hem psikolojik sağlıklarını tehdit edecek sonuçları olur. Kız çocuklarında genelde bir sebep belirlenemez iken erkek çocuklarında belirli bir sebep bulunabilmesi ihtimali daha yüksektir. (14) Erken ergenlik, epifiz bezlerinin erken birleşmesine, bunun sonucunda da gelişimin erken tamamlanmasına sebep olur. Hipotalamusta hematom oluşması, hipofiz bezinde adenom oluşumu, sinir sisteminde tümörler, yetişkinlikte kısa boy, meme veya üreme sistemi kanserleri, erken ergenlikle ilişkilendirilmiştir. (14) Güvenli Alternatifler Cilt bakımı ürünleri ve güneş kremi seçimi yapılması gerektiği durumlarda güneş kremlerinin içeriklerine dikkatlice bakılması gerekmektedir. Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç Dairesi (FDA)’nın son açıklamalarına göre 16 bileşen incelenmiş ve yalnızca ikisinin, çinko oksit ve titanyum dioksitin, mevcut bilgilere göre "genel olarak güvenli ve etkili olarak kabul edildiğini" veya GRASE olduğunu bildirilmiştir. (15,16) Güvenlik sorunlarını gösteren verilere göre nadiren kullanılan iki güneş kremi bileşeni olan aminobenzoik asit ve trolamin salisilatın GRASE olmadığını ileri sürülmüştür. (15,16) FDA, yetersiz veri nedeniyle 12 diğer bileşenin GRASE olmadığını belirtmektedir: Oksibenzon avobenzon, sinoksat, dioksibenzon, ensülizol, homosalat, meradimat, oktinoksat, oktisalat, oktokrilen, padimat O ve sulizobenzon.(15,16) Mineral Bazlı Güneş Koruyucular  FDA tarafından onaylanan güneş kremi bileşeni olan çinko oksit gibi mineral güneş kremleri hem UVA hem de UVB ışınlarını engellemek ve yansıtmak için fiziksel bir bariyer oluşturur. Titanyum dioksit genellikle kozmetiklerde güneş kremi olarak bulunur, ancak bazı UVA ışınlarını engellemede o kadar etkili değildir ve bu nedenle güneş koruması için (tek başına) tercih edilmez. (17) Daha güvenli güneş kremleri kullanmak istenildiğinde nanopartikül olmayan çinko oksit içeren güneş koruyucular tercih edilebilir. Bu form cilt üzerinde kalır (ciltten emilip kan dolaşımına katılmaz) ve UV ışınlarını dağıtarak, emerek ve yansıtarak koruma sağlar. (17) Dezavantajları ise cilt yüzeyinde beyaz bir kalıntı şeklinde durabilmeleridir. (17) Sistemik dolaşıma geçmediği için anne sütüne geçiş yapmaz ve emziren anneler için iyi bir alternatiftir. (17) Nanopartikül çinko oksit formülasyonları da bulunmaktadır ve beyaz kalıntı görünümü azaltmak için yapılmıştır. (17) Ancak, küçük nanopartiküllerin cilde nüfuz etme ve sistemik olarak küçük bir dereceye kadar emilme yeteneği bulunur. (17) Yine de, nanopartikül çinko oksidin kimyasal güneş kremlerine göre daha düşük emilime ve dolayısıyla daha düşük potansiyel yan etki riskine sahip olduğu görülmektedir. (17) Buna karşın anne sütüyle beslenen bebeklerde ishale neden olacak kadar nanopartikül çinko oksit kullanmasının mümkün olduğunu öne süren bir rapor bulunmaktadır. (18) Doğal UV Filtreleri Sistematik veritabanı taraması yapılan bir araştırmaya göre in vitro insan keratinosit hücreleri (HaCaT) üzerinde UV ışınlarının etkileri ve in vivo fare modellerinde UVB ışınlarına maruziyet incelenmiştir. Doğal UV fitreler için örnek bazı bitkisel kaynaklar Hibiscus roseus, Moringa oleifera, Coffea arabica ve Vinis vinifera olarak gösterilmiştir. (19) Doğal UV filtreler genellikle flavonidler, polifenoller, fenolik asitler ve karotenoidler gibi bitkisel bileşiklerden oluşur. Flavonoidler ve fenolik bileşikler moleküler yapılarındaki çift bağlar sayesinde 200-400 nm dalga boyundaki UV ışınlarını absorbe eder. Bitkisel polifenoller serbest radikal üretimini engelleyerek oksidatif stresi azaltır bu şekilde cilt hücrelerini UV ışınlarının neden olduğıu DNA hasarından korur. (19) Ayrıca bazı içerikler matris metalloproteinazların (MMP) inhibisyonunu artırarak ciltte kolajen yıkımını azaltarak kırışıklık oluşumunu azaltır. (19) Yasal Düzenlemeler ve Sınırlamalar Oksibenzon hem insan sağlığı hem de çevresel etkileri nedeniyle çeşitli yasal düzenlemelere ve sınırlamalara tabidir. AB Kozmetik Yönetmeliği’ne ve ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA)’ya göre güneş koruyucularda oksibenzonun maksimum %6 oranında kullanımı onaylanmıştır. Ancak Avrupa Komisyonu’nun bir raporunda mevcut insan maruziyeti seviyelerinin güvenli olmadığı belirtilmiş ve bu nedenle oksibenzon konsantrasyonunun %2.2 ile sınırlandırılması önerilmiştir. (16) 2021 yılında FDA oksibenzonun güvenliği ile ilgili yeterli veri bulunmadığını belirtmiş ve güvenlik testlerinin tamamlanmasını talep etmiştir. (16) ABD, Hawaii’de 1 Ocak 2021’den itibaren oksibenzon içeren güneş koruyucuların satışı yasaklanmıştır. (20) Ek olarak oksibenzonun mercan resiflerine zarar verdiği ve deniz yaşamını olumsuz etkilediği bilimsel çalışmalarla gösterilmiştir. (21) Bilinçli Tüketici Rehberi Oksibenzonun insan vücudunda birikimi ve nesiller arası aktarımı üzerinde yapılan çalışmalar ışığında güvenli alternatif ürünlerin kullanımı potansiyel risklerden kaçınmak ve çevre sağlığının korunmasının anahtarıdır. (22) Güneş kremi seçiminde içerik listesi dikkatli bir şekilde incelenmeli ve oksibenzon gibi kimyasalların olmadığı güneş kremleri ya da mineral bazlı doğal güneş koruyucular veya doğal ve bitkisel UV koruyucular tercih edilmelidir. Ya da sizler için HelioVita güneşten koruyucu serisini tüm bu ayrıntılara dikkat ederek, güvenle kullanmanız için oluşturdu. Hamile kadınlar, fetüsler, bebekler, küçük çocuklar, hormon dengesizliği olan kişiler, alerjik reaksiyonlara eğimli bireyler, kanser geçmişi olan bireyler, yüksek kanser riski taşıyan bireylerde güneş kremi seçiminde çok daha titiz olunmalıdır. Güneş kremi kullanmak istenmiyorsa güneşten korunmak için şapka, güneş gözlüğü, uzun kollu giysiler gibi fiziksel koruma önlemleri alınmalıdır. Güneş maruziyeti, kum ve sıcak hava, rüzgar gibi maruziyetler sonrası cildinizin kaybettiği nemi Remedium Vücut Losyonu yerine koyacaktır. Referanslar 1) Ghazipura M, McGowan R, Arslan A, Hossain T. Exposure to benzophenone-3 and reproductive toxicity: A systematic review of human and animal studies. Reprod Toxicol. 2017 Oct;73:175-183. doi: 10.1016/j.reprotox.2017.08.015. Epub 2017 Aug 24. PMID: 28844799. 2) Vitku J, Skodova T, Varausova A, Gadus L, Michnova L, Horackova L, Kolatorova L, Simkova M, Heracek J. Endocrine Disruptors and Estrogens in Human Prostatic Tissue. Physiol Res. 2023 Dec 17;72(S4):S411-S422. doi: 10.33549/physiolres.935246. PMID: 38116777. 3) Krause, M., Klit, A., Blomberg Jensen, M., Søeborg, T., Frederiksen, H., Schlumpf, M., Lichtensteiger, W., Skakkebaek, N.E. and Drzewiecki, K.T. (2012), Sunscreens: are they beneficial for health? An overview of endocrine disrupting properties of UV-filters. International Journal of Andrology, 35: 424-436. https://doi.org/10.1111/j.1365-2605.2012.01280.x 4) Amira M. Aker, Lauren Johns, Thomas F. McElrath, David E. Cantonwine, Bhramar Mukherjee, John D. Meeker, Associations between maternal phenol and paraben urinary biomarkers and maternal hormones during pregnancy: A repeated measures study,Environment International,Volume 113,2018,Pages 341-349, ISSN 0160-4120, https://doi.org/10.1016/j.envint.2018.01.006. 5) Buck Louis GM, Sundaram R, Schisterman EF, Sweeney AM, Lynch CD, Gore-Langton RE, Maisog J, Kim S, Chen Z, Barr DB. Persistent environmental pollutants and couple fecundity: the LIFE study. Environ Health Perspect. 2013 Feb;121(2):231-6. doi: 10.1289/ehp.1205301. Epub 2012 Nov 14. PMID: 23151773; PMCID: PMC3569685. 6) Wolff MS, Engel SM, Berkowitz GS, Ye X, Silva MJ, Zhu C, Wetmur J, Calafat AM. Prenatal phenol and phthalate exposures and birth outcomes. Environ Health Perspect. 2008 Aug;116(8):1092-7. doi: 10.1289/ehp.11007. PMID: 18709157; PMCID: PMC2516577. 7) Matta MK, Florian J, Zusterzeel R, Pilli NR, Patel V, Volpe DA, Yang Y, Oh L, Bashaw E, Zineh I, Sanabria C, Kemp S, Godfrey A, Adah S, Coelho S, Wang J, Furlong LA, Ganley C, Michele T, Strauss DG. Effect of Sunscreen Application on Plasma Concentration of Sunscreen Active Ingredients: A Randomized Clinical Trial. JAMA. 2020 Jan 21;323(3):256-267. doi: 10.1001/jama.2019.20747. Erratum in: JAMA. 2020 Mar 17;323(11):1098. doi: 10.1001/jama.2020.1950. PMID: 31961417; PMCID: PMC6990686. 8) Nadeem Rezaq Janjua, Brian Mogensen, Anna-Maria Andersson, Jørgen Holm Petersen, Mette Henriksen, Niels E. Skakkebæk, Hans Christian Wulf,Systemic Absorption of the Sunscreens Benzophenone-3, Octyl-Methoxycinnamate, and 3-(4-Methyl-Benzylidene) Camphor After Whole-Body Topical Application and Reproductive Hormone Levels in Humans,Journal of Investigative Dermatology,Volume 123, Issue 1,2004,Pages 57-61,ISSN 0022-202X,https://doi.org/10.1111/j.0022-202X.2004.22725.x. 9) Gonzalez H, Farbrot A, Larkö O, Wennberg AM. Percutaneous absorption of the sunscreen benzophenone-3 after repeated whole-body applications, with and without ultraviolet irradiation. Br J Dermatol. 2006 Feb;154(2):337-40. doi: 10.1111/j.1365-2133.2005.07007.x. PMID: 16433806. 10) Janjua NR, Mogensen B, Andersson AM, Petersen JH, Henriksen M, Skakkebaek NE, Wulf HC. Systemic absorption of the sunscreens benzophenone-3, octyl-methoxycinnamate, and 3-(4-methyl-benzylidene) camphor after whole-body topical application and reproductive hormone levels in humans. J Invest Dermatol. 2004 Jul;123(1):57-61. doi: 10.1111/j.0022-202X.2004.22725.x. PMID: 15191542.  11) Tang R, Chen MJ, Ding GD, Chen XJ, Han XM, Zhou K, Chen LM, Xia YK, Tian Y, Wang XR. Associations of prenatal exposure to phenols with birth outcomes. Environ Pollut. 2013 Jul;178:115-20. doi: 10.1016/j.envpol.2013.03.023. Epub 2013 Apr 3. PMID: 23562958. 12) Anderson PO. Summer Topics on Breastfeeding. Breastfeed Med. 2020 Jun;15(6):354-356. doi: 10.1089/bfm.2020.0053. Epub 2020 Mar 20. PMID: 32196354. 13) Lin H. Chen, Caroline Zeind, Sheila Mackell, Trisha LaPointe, Margot Mutsch, Mary E. Wilson, Breastfeeding Travelers: Precautions and Recommendations, Journal of Travel Medicine, Volume 17, Issue 1, 1 January 2010, Pages 32–47, https://doi.org/10.1111/j.1708-8305.2009.00362.x 14) https://yadacosmetics.com/blogs/uzman-gozuyle/endokrin-hormon-sistemi-bozucu-kimyasal-maddeler-ve-erken-ergenlik-i%CC%87liskisi 15) https://www.fda.gov/drugs/cder-conversations/update-sunscreen-requirements-deemed-final-order-and-proposed-order  16) https://www.ewg.org/sunscreen/report/the-trouble-with-sunscreen-chemicals/ 17) https://www.infantrisk.com/content/sunscreen-smarts-breastfeeding-families 18) Ceballos-Rasgado M, Lowe NM, Mallard S, Clegg A, Moran VH, Harris C, Montez J, Xipsiti M. Adverse Effects of Excessive Zinc Intake in Infants and Children Aged 0-3 Years: A Systematic Review and Meta-Analysis. Adv Nutr. 2022 Dec 22;13(6):2488-2518. doi: 10.1093/advances/nmac088. PMID: 36055780; PMCID: PMC9776731. 19) Li L, Chong L, Huang T, Ma Y, Li Y, Ding H. Natural products and extracts from plants as natural UV filters for sunscreens: A review. Animal Model Exp Med. 2023 Jun;6(3):183-195. doi: 10.1002/ame2.12295. Epub 2022 Dec 19. PMID: 36536536; PMCID: PMC10272908. 20) https://www.personalcarecouncil.org/sunscreen/ 21) https://www.surfrider.org/news/your-guide-to-reef-friendly-sunscreens 22) Çetinkaya S. Endokrin çevre bozucular ve ergenlik üzerine etkileri. diclemedj. Mart 2009;36(1):59-66.

Learn more
İklim Değişikliğinin Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim Üzerindeki Etkileri - ya da multicosmetics

Impacts of Climate Change on Sustainable Production and Consumption

Climate change has become one of the biggest global problems of our day due to the rapidly increasing consumption of fossil fuels since the industrial revolution, excessive use of natural resources and environmentally insensitive production models. The concept of sustainable production and consumption is an approach that aims to use existing resources without harming future generations and plays a critical role in combating climate change. In this context, sectors that consume large amounts of raw materials, especially the cosmetics industry, need to take steps to minimize their environmental impacts. Renewable energy, sustainable agriculture, protection of biodiversity and biotechnological solutions stand out among climate-friendly production models. Establishing the correct link between global warming and resource management will both protect nature and support economic and social sustainability in the long term. Climate Change and Sustainability Relationship: Basic Concepts Climate change is a global problem that results in increased greenhouse gas emissions as a result of fossil fuel-based energy production, resulting in rising global temperatures, intensifying extreme weather events, decreasing water resources, and disrupting ecosystem balance. Sustainability is an approach that aims to achieve economic and social development without consuming natural resources or harming the environment. While sustainability policy aims to achieve balanced development in terms of environmental, economic, and social dimensions, climate change disrupts this balance. Climate change, as one of the biggest factors threatening sustainability, necessitates long-term planning in natural resource management. Sustainable practices such as the use of renewable energy sources, reducing carbon footprint, and water and energy efficiency can help mitigate the effects of climate change. In addition, reducing waste production with a circular economy approach, turning to nature-friendly production processes, and supporting biodiversity by protecting ecosystems are critical for sustainable development. In order to be successful in combating climate change on a global scale, sustainability principles must be adopted in every sector and at an individual level. The Link Between Global Warming and Resource Management Global warming is accelerating with fossil fuel consumption, deforestation and industrial activities, making natural resource management increasingly critical. Rising temperatures trigger water scarcity, melting glaciers raise sea levels, threatening coastal areas and extreme weather events destroy ecosystems. It is not possible to stop these effects without efficient resource management strategies. Energy efficiency practices, the expansion of renewable energy sources and the adoption of circular economy models are necessary to both reduce the carbon footprint and use resources sustainably. Especially in production-oriented sectors such as the cosmetics industry, practices such as water saving, the use of biodegradable packaging and waste management play a critical role in reducing the negative effects of global warming. In the fight against global warming, resource management necessitates change not only in industrial and production processes but also in individual consumption habits; making the implementation of sustainability policies inevitable. Ecological Footprint of the Cosmetics Industry The cosmetics industry has a large ecological footprint, from raw material production to packaging waste. Petroleum-derived chemicals used in production processes, water consumption and greenhouse gas emissions are the main factors that threaten environmental sustainability. While microplastics and synthetic chemicals mix with water resources and negatively affect marine ecosystems, single-use plastic packaging increases the waste problem. Biodegradable content, water-saving production techniques and recyclable packaging should be encouraged for the transition to sustainable production in the sector. In addition, renewable energy use and processes aimed at reducing carbon footprints are critical for cosmetics manufacturers to minimize their environmental impacts. Consumer awareness and preference for sustainable products is an important step that will accelerate the green transformation in the sector. Climate Crisis and Sustainable Production in the Cosmetics Industry The climate crisis is forcing the cosmetics industry to reduce its environmental impact and adopt a sustainable cosmetics production approach. One of the most important components of this transformation is the widespread use of renewable energy in the cosmetics industry. Production facilities operating on clean energy sources such as solar and wind energy contribute to environmental sustainability in the sector by significantly reducing carbon emissions. In addition, regulations that limit the use of microplastics and harmful chemicals ensure the spread of sustainable cosmetics production processes with environmentally friendly formulas. These developments allow both brands to fulfill their environmental responsibilities and consumers to turn to eco-conscious products. Carbon Footprint Reduction Strategies (Energy Efficiency, Renewable Energy) Carbon footprint refers to the total amount of greenhouse gases released into the atmosphere as a result of human activities and is one of the biggest drivers of climate change. Two basic strategies stand out for reducing carbon footprint: energy efficiency and renewable energy use. Energy efficiency covers applications that aim to achieve the same output by consuming less energy and can be applied in a wide range of areas from industry to transportation. Thermal insulation in buildings, LED lighting systems, electric vehicle use and efficient production technologies are among the solutions that reduce carbon emissions by increasing energy efficiency. Renewable energy is the use of energy sources that do not harm nature, such as solar, wind, hydroelectric and biomass, instead of fossil fuels and supports sustainable development by significantly reducing carbon emissions. These strategies are also of great importance in terms of reducing the carbon footprint in the cosmetics industry. Cosmetics production is a sector that generally requires energy-intensive processes and traditional production methods are based on fossil fuels. Therefore, the transition of factories to renewable energy and the spread of production facilities operating with solar and wind energy are steps that support environmental sustainability in the sector. In addition, waste heat recovery, low-temperature machines and water-saving systems can be used in production processes within the scope of energy efficiency. In addition, preferring sustainable content will reduce the carbon footprint not only at the production stage but also throughout the supply chain. We see that reducing and tracking the carbon footprint is becoming the new management approach of the manufacturers. Consumers' preference for products with low carbon footprints will accelerate the green transformation of the sector and encourage a more environmentally friendly approach to the climate crisis. Protection of Water Resources and Waste Management The protection of water resources is a critical issue in maintaining ecosystem balance and combating climate change. The effects of increasing population, industrialization and global warming are leading to the decrease of freshwater resources and water scarcity. This situation has made it necessary to develop sustainable solutions that save water. Rainwater harvesting, water recycling systems, efficient irrigation techniques such as drip irrigation and the reuse of water in industrial processes are effective methods to reduce water consumption. In addition, waste management is also of great importance in terms of preventing water pollution. Industrial waste, agricultural chemicals and plastic pollution are the main factors that threaten water resources. Expanding recycling systems, reducing single-use plastics, switching to refillable packaging and encouraging biodegradable packaging are critical steps in protecting aquatic ecosystems. In this context, the cosmetics industry must also take responsibility for the protection of water resources and waste management. Traditional cosmetics production processes consume large amounts of water, while production waste also causes water pollution. The development of water-based formulas, the use of sustainable raw materials and the improvement of wastewater treatment systems can help the industry reduce water consumption. Banning microplastics in cosmetics and promoting natural ingredients can also reduce negative impacts on the ecosystem. Climate-Friendly Impact of Biotechnological Raw Materials Biotechnological raw materials offer climate-friendly alternatives that leave a lower carbon footprint compared to traditional agricultural and chemical production processes. Traditional raw material production leads to environmental problems such as high water and energy consumption, excessive use of agricultural lands, and carbon emissions. While plant and animal ingredients obtained through traditional methods cause deforestation with high water and energy consumption, biotechnological production processes minimize environmental impacts by using renewable resources. Biomimetic ingredients, especially those produced through fermentation and cell culture technologies, both reduce natural resource consumption and create a sustainable raw material source. The cosmetics sector can both reduce the pressure on the ecosystem and develop environmentally friendly formulations by providing water and energy efficiency by using these innovative ingredients. Biotechnological raw materials, which replace traditional ingredients, are an important step in the sector's fight against climate change and accelerate the transition to sustainable production models. Assets Obtained through Sustainable Agriculture Sustainable agriculture is a production model that protects soil health, uses water resources efficiently, and minimizes the use of synthetic chemicals. The herbal active ingredients obtained through this method support biodiversity while also reducing the carbon footprint in production. For example, herbal oils, extracts, and antioxidant components produced through organic farming have a lower environmental impact compared to synthetic alternatives. Sustainable agricultural practices are also of great importance for the cosmetics sector because the active ingredients used in herbal cosmetic products are produced without harming nature, contributing to the reduction of the ecological footprint of brands. Laboratory-Produced Innovative Ingredients (Fermented Substances) With the development of biotechnology, fermented ingredients and biomimetic raw materials produced in laboratory environments offer a much more sustainable alternative compared to traditional methods. Fermentation technology allows the production of vitamins, antioxidants and skin-renewing ingredients using microorganisms. This method minimizes the use of agricultural resources while also greatly reducing water consumption. The cosmetics industry is increasingly adopting ingredients such as probiotics, enzymes and amino acids produced from fermented ingredients. This both increases the bioavailability of products and prevents the depletion of traditional raw material resources, creating a sustainable production process. Biodiversity Loss and Cosmetic Formulations Biodiversity and cosmetics can be considered two concepts that are difficult to bring together. Biodiversity is one of the most important elements that maintain the health and balance of ecosystems. However, due to global warming, habitat destruction, excessive agricultural production and industrial activities, many plant and animal species are in danger of extinction. The cosmetics industry is directly affected by biodiversity loss due to production processes based on herbal extracts, natural oils and biologically active ingredients and can be one of the factors that accelerate this loss. The sector's shift towards formulations that are less harmful to nature by using sustainable ingredients and local resources can contribute to the protection of biodiversity. Endangered Plant Species and Alternative Contents Some plant raw materials commonly used in the cosmetic industry have become endangered species due to over-consumption and habitat loss. For example, sandalwood (Santalum album) is in high demand for its essential oil, leading to the extinction of its natural populations. Similarly, ginseng (Panax ginseng), known for its antioxidant and anti-aging properties, threatens ecosystem balance due to over-harvesting. Unsustainable collection of these species accelerates biodiversity loss and damages ecological systems. As a solution to this problem, there is an increasing tendency towards biotechnological and synthetic alternative ingredients. For example, biomimetic essential oils produced by fermentation in a laboratory environment can be used instead of sandalwood oil. Instead of ginseng, fermented green tea extract with similar antioxidant properties or seaweed-based active ingredients are added to the formulations to develop solutions that are less harmful to nature. In addition, hyaluronic acid and microalgae-based biotechnological ingredients provide a sustainable alternative in the cosmetics sector by providing high levels of nourishment and skin rejuvenation effects without depleting natural resources. The conscious steps taken by the industry in this direction will both support ecological sustainability by ensuring the protection of endangered plants and offer consumers environmentally friendly product options. The Importance of Local Sourcing Local sourcing is an approach that encourages sustainable production, reduces carbon footprint and supports regional economies. While dependence on the global supply chain causes high carbon emissions in logistics processes, the use of local resources minimizes this impact and increases environmental sustainability. Turkey has significant potential in terms of sustainable cosmetic raw materials with its rich flora and natural resources. For example, Isparta rose (Rosa damascena) is a world-famous ingredient and is used in the production of rose oil and rose water, increasing the income of local farmers while providing an ecosystem-friendly alternative. Similarly, olive oil and bay leaf extract grown in the Aegean and Mediterranean regions are among the sustainable ingredients used in natural cosmetics and soap production. Ethical and sustainable processing of such local raw materials both reduces environmental impact and helps protect Türkiye's biodiversity. In addition, propolis, lavender oil and black cumin oil, traditionally used in Anatolia, offer environmentally friendly alternatives to imported chemical ingredients and encourage sustainable production in the cosmetics sector. Conscious use of local resources will both protect the ecological balance and increase Türkiye's competitiveness in the global market by increasing its sustainable production capacity. Adopting sustainable production and consumption habits has become an inevitable necessity in the fight against climate change. Strategies such as energy efficiency, use of renewable energy, protection of water resources and support of biodiversity are the basic elements of ensuring environmental sustainability. In particular, the cosmetics sector should adopt sustainable solutions such as biotechnological raw materials, fermented ingredients and production based on local resources in order to reduce its ecological footprint. In addition, consumers' orientation towards environmentally friendly products will accelerate the sustainable transformation process. Implementing sustainability principles on a global scale will not only provide economic and environmental benefits, but will also be an effective solution in minimizing the negative effects of climate change. As ya da multicosmetics; Our greatest sensitivity is to leave a livable world for future generations. We aim to make sustainability an indispensable part of the cosmetics industry by developing innovative and environmentally friendly solutions in the production of our products. The basic principles of our sustainability policy are shaped around protecting nature. We pay attention to the protection of natural resources when choosing the raw materials of our products. Within the framework of our philosophy , we attach importance to the respectful use of natural and herbal extracts. We consider environmental compatibility both in raw material production and in post-use waste. We observe the sensitivity of nature with recyclable and sustainable packaging and carbon-free production. In this way, you can gift yourself climate-friendly skin care with 'ya da' skin care products without harming nature. Our world is more fragile than we think. Making nature the basis of production and consumption is no longer a choice, it is a necessity. We can remain silent and turn a blind eye to climate change OR we can adopt the principle of sustainability and leave a hopeful future. The choice is ours! SOURCE IPCC (2022) - Climate Change 2022: Impacts, Adaptation, and Vulnerability. Cambridge University Press. NASA (2023) - Global Climate Change: Vital Signs of the Planet. NASA Earth Observatory. IEA (2023) - Energy Efficiency 2023 Report. International Energy Agency. UNEP (2023) - Sustainable Consumption and Production in the Beauty Industry. United Nations Environment Programme. UNEP (2023) - Plastic Pollution and Waste Management in the Cosmetics Industry. OECD (2023) - Bio-Based Economy and Sustainable Resource Management. Organization for Economic Co-operation and Development. OECD (2023) - Sustainable Water Use and Circular Economy Strategies. OECD (2023) - Sustainable Resource Management and Local Sourcing Strategies. FAO (2023) - Sustainable Agriculture and Biodiversity in the Mediterranean Region. European Environment Agency (2022) - Environmental Impact of the Beauty and Personal Care Industry in Europe. PBES (2023) - Global Assessment Report on Biodiversity and Ecosystem Services. IUCN (2023) - The Red List of Threatened Species and Plant Conservation Strategies. WMO (2023) - State of the Global Climate 2023. World Meteorological Organization.

Learn more
UVB Filtrelerinin Endokrin Sistem Üzerindeki Etkileri: Ne Bilmeliyiz? - ya da multicosmetics

Effects of UVB Filters on the Endocrine System: What Should We Know?

UVB filters, which are widely used to protect against the harmful effects of sunlight, are one of the main ingredients of sunscreens. However, in recent years, scientific research has increased on the potential effects of these chemicals on the endocrine system. The effects of UVB filters on hormonal balance, thyroid function and reproductive health are being investigated. In this article, we will discuss scientific information about the effects of UVB filters on the body, their relationship with the endocrine system and safe alternatives. What Are UVB Filters? UVB filters are chemical or physical compounds that protect the skin by absorbing or reflecting the sun's harmful ultraviolet B (UVB) rays. Chemical UVB filters are usually composed of compounds such as oxybenzone, octinoxate, and homosalate, while physical filters contain mineral-based ingredients such as titanium dioxide and zinc oxide. Chemical Structures and Areas of Use Chemical UVB filters are organic compounds that absorb sunlight and convert it into heat after being applied to the skin. These filters are found in many cosmetic products, such as sunscreens, makeup, and moisturizers. Physical filters protect by physically reflecting sunlight and are often recommended for sensitive skin or children. Effects of UVB Filters on the Body These filters, also known as physical filters, are particles that scatter and reflect UV rays back through the skin into the environment. They act as a physical barrier to trap ultraviolet and UV light. The most commonly used particulate mineral filters are titanium dioxide and zinc oxide. They are considered broad spectrum because they cover the entire ultraviolet spectrum. Inorganic sunscreens are also called sunscreens, a term derived from their light protection mechanism. The ONLY UV filters approved by the FDA are Zinc Oxide and Titanium di Oxide. Green algae slow down photosynthesis and growth), causing a decrease in biomass. Dolphins accumulate in tissues such as the liver and can pass to children through the placenta and breast milk. Coral accumulates in reef tissues and causes coral bleaching, damages DNA and deforms children; destroys zooxanthellae, leading to death. Mussels accumulate in lipids and other tissues, causing defects in children. Sea Urchins damage the reproductive and immune systems. They cause deformation in children. Fish reduce fertility and reproduction, impair brain and liver functions, stimulate vitellogenin protein production, exhibit estrogenic activity, alter gene transcripts, cause cardiorespiratory stress, lead to neurotoxicity, cause immune system disorders and oxidative stress. Humans, estrogenic activity, antiandrogenic activity, uterotrophic activity, potential developmental and reproductive toxicity, induction of apoptosis, inflammatory response. Dermal Absorption Mechanism Chemical UVB filters can be absorbed by the skin and enter the bloodstream. Research shows that some UVB filters can bioaccumulate in the body and that their levels in the blood increase with long-term sunscreen use. Chemical (Organic) Filters: Reduces the harmful effects of UV energy by converting it into heat energy and absorbing it, reducing the depth at which it can penetrate the skin. Organic sunscreens work primarily through this mechanism by mixing into the blood. Mineral (Inorganic) Filters: Scattering and reflection of UV energy from the skin surface. Mineral based (Inorganic sunscreens mainly work with this mechanism.) They provide a coating that prevents the sun's rays from passing through the skin. Relationship between SPF value and protection: People often assume that applying SPF 50 sunscreen provides almost twice the protection as applying SPF 15. This is not true, because the extra protection provided by a higher SPF value is negligible after SPF 15. SPF 50 sunscreen blocks 98 percent of UVB rays, while SPF 30 sunscreen blocks 97 percent of sunburn rays - the difference is one percentage point. The internationally accepted thickness of SPF application to the SKIN is 2 mg/cm2 (USA) or 1.5 g/cm2 (EU). Importance of Bioaccumulation Bioaccumulation refers to the accumulation of chemicals in the body over time. The detection of substances such as oxybenzone in breast milk and urine in particular raises concerns about the potential health effects of long-term exposure. It shows the main human systems and marine organisms that suffer from the adverse effects of UV filter toxicity. Regarding organic UV filters, some reports have proven their presence in biological samples such as urine and blood samples, especially benzophenone and cinnamate derivatives. Additionally, many organic UV filters have been reported in collected marine samples, namely: homosalate (algae and brine shrimp); benzophenone-1 (algae) and benzophenone-3 (corals and algae); avobenzone (algae, crustaceans and brine shrimp); EHMC (fish and mussels); octocrylene (brine shrimp, crustaceans and mussels); PABA (mussels) and camphor derivatives (fish). Growth inhibition was one of the adverse effects affecting algal organisms, namely Tetraselmis sp. ZnO nanoparticles are widely used in sunscreens and UV protectors. Unlike larger particles, nanoparticles can easily pass through the skin and biological membranes, thus penetrating various cells, tissues and organs. When mixed with the blood, they can circulate throughout the body and reach vital organs and tissues. According to the hypothesis, high amounts of nanoparticles entering the body trigger stress reactions by creating an overload in the phagocyte cells of the immune system. This can lead to inflammation and weaken the body's defense mechanisms. In addition, the chemical reactivity of nanoparticles can increase the formation of free radicals, causing damage to proteins, cell membranes and DNA. DNA damage can lead to mutations and trigger cancer development. However, the toxicity of nanomaterials and their long-term effects on the organism have not yet been fully determined and the current information is at a hypothetical level. In order to understand the possible effects of nanomaterials on the ecosystem, extensive research needs to be conducted on wastewater, drinking and utility water, surface water, soil, air and plants. Relationship Between the Endocrine System and UVB Filters Some UVB filters are classified as endocrine disrupting chemicals (EDCs). Endocrine disruptors can alter the body's natural hormone balance by interfering with the hormonal system. Benzophenone-3 (oxybenzone) is a broad-spectrum UV filter that absorbs UVB (290-320 nm) and UVA (320-340 nm) rays. It is widely used in sunscreens, hair sprays, and colored cosmetics. There are many studies that it can cause allergic reactions, endocrine disrupting effects, and environmental damage. Initially, it was permitted to be used up to 10% in sunscreens in Turkey and the EU, but this limit was reduced to 6% in 2017. The FDA also determined this rate as 6%, and its use was banned in Hawaii. In a study conducted in the US between 2003-2012, benzophenone-3 was detected in the urine of 96.8% of volunteers. Higher concentrations were found in women and high-income individuals. While 0.4% of benzophenone-3 was detected in urine 48 hours after the application of sunscreens, another study showed that the dermal absorption rate was 2%. Benzophenone-3 is rapidly absorbed from the skin and reaches maximum plasma levels within 4 hours. Since its molecular weight is 228.26 Da, it can easily cross the skin barrier. Similarly, benzophenone-8 is rapidly absorbed from the skin. However, it has been found that by synthesizing dioxybenzone in polymer form, skin penetration decreases and the same level of UV protection is provided. The Organisation for Economic Co-operation and Development (OECD) has published a document containing standardised tests to assess potential endocrine disrupting chemicals. Accordingly, potential endocrine disruption by UV filters has already been reported in biological samples, namely placenta and human sperm. Witorsch et al. (2010) mentioned the adverse effect of some classes of compounds, including UV filters that penetrate skin layers; however, this study highlighted that serum and reproductive hormone levels were not affected by this exposure. Recently in 2016, Rehfeld et al. studied the in vitro effect of UV filters on male fertility, assuming the possibility that UV filters mimic progesterone, considering that both the hormone and the UV filter can interfere with Ca2+ channel signaling and consequently activate certain biological processes. Various research groups have reported other adverse effects of UV filters using in vivo models such as rats, insects, fish, among others. Estrogenic, androgenic, and thyroid activities are included in the endocrine disrupting effects of UV filters. Effects on Hormone Balance UVB filters such as oxybenzone and octinoxate have been shown to interact with the hormones estrogen and androgen. This can disrupt hormonal balance and pose potential health risks. Various organic UV filters are absorbed systemically and therefore may affect endocrine processes, therefore they are classified as endocrine active chemicals (EACs) [ 49 ]. Some of the more relevant UV filters are benzophenones or those derived from cinnamates or camphor. Changes in Thyroid Functions Some studies suggest that UVB filters may have thyroid hormone-disrupting effects. Specifically, they may interfere with the mechanisms that regulate the production and metabolism of thyroid hormones, increasing the risk of hypothyroidism or hyperthyroidism. Animal Studies: UV filters such as BP-3, OMC and 4-MBC have been found to have effects on thyroid hormones in various animal models. BP-3 and OMC demonstrated thyroid receptor-mediated transcriptional activation in vitro. 4-MBC increased TSH and decreased thyroxine (T4) levels by reducing iodine uptake in rats. OMC decreased T3 levels and TSH receptor expression. 4-MBC was observed to increase thyroid weight in both parent and offspring mice. Although some studies have shown changes in thyroid hormone levels in animals exposed to UV filters, the functional effects of these changes are not always clear. Human Studies: The study by Janjua et al suggested that UV filters do not disrupt the homeostasis of human thyroid hormones. Other studies (case-control, cohort, and cross-sectional) have not found a significant or consistent association between BP-3 and thyroid hormone levels. Overall Result: UV filters can be taken into the body through environmental exposure or topical use. It has been shown to affect hormonal pathways in animal studies, but human data are inconclusive. The effects of UV filters on the human endocrine system are still unclear and further research is needed. Effects on Reproductive Health It is thought that some UVB filters may have negative effects on reproductive health due to their endocrine disrupting effects. It is suggested that they may reduce sperm quality, especially in men, and affect fertility by causing hormonal imbalances in women. Effects on Pregnancy and Development: Santamaria et al. (2020): BP-3 taken via dermal absorption during pregnancy caused intrauterine growth retardation, change in sex ratio and deterioration in the growth chart of the offspring. Downs et al. (2015): BP-3 exposure decreased body weight, increased prostate weight by 30%, and led to a significant increase in uterine weight in childhood in mice. Overall Result: BP-3 can disrupt hormone balance by exhibiting estrogenic and anti-androgenic effects. Mouse and fish studies suggest that BP-3 may have adverse effects on the reproductive system and development. Long-term effects on humans are unclear, but should be evaluated carefully due to its endocrine disrupting potential. Groups at Risk Pregnant Women and Developing Fetuses: UVB filters (e.g. benzophenone-3, octinoxate, 4-MBC) can cross the placenta and reach the fetus. Intrauterine growth retardation, changes in sex ratio, and hormonal imbalances have been observed. Babies and Children: Because their hormonal systems are still developing, they may be more affected by estrogenic and anti-androgenic effects. There are risks of early puberty, developmental disorders and weakened immune systems. Women and Men of Reproductive Age: It can disrupt the balance of estrogen and androgen, which can lead to negative effects on fertility. It can lower testosterone levels in men and cause an increase in prostate weight. In women, menstrual irregularities and effects on the reproductive system may occur. People with Hormonal Imbalance or Endocrine Disease: Those with thyroid diseases, polycystic ovary syndrome (PCOS), diabetes and other endocrine diseases may be more sensitive to the hormonal effects of UVB filters. Individuals Who Use Heavy Sunscreen (Especially Daily Users and Athletes): Frequent use of sunscreens and skin care products containing UVB filters can cause high levels of absorption through the skin. Those who spend long periods of time in the sea or pool may be exposed to the environmental effects of UV filters and thus pose an additional risk. Things to Consider During Pregnancy The content of the sunscreen is of great importance when using sunscreen during pregnancy. It has been shown that endocrine disrupting chemicals such as oxybenzone can cross the placental barrier and have an effect on the fetus. Therefore, it is recommended that pregnant women prefer mineral-based sunscreens. Use in Children Children should be careful about sunscreen use because their skin barrier is more permeable than adults, and they may be more exposed to chemical UVB filters. Therefore, it is a safer option to choose mineral-based sunscreens for children. Safe Alternatives Safe alternatives can be preferred to chemical UVB filters, which are thought to have negative effects on the endocrine system. Mineral-based filters: zinc oxide, titanium dioxide should be preferred as safer sunscreens. Mineral Based Preservatives Sunscreens containing zinc oxide and titanium dioxide reflect sunlight by creating a protective barrier on the skin's surface. It is known that these minerals are not absorbed by the skin and do not affect the endocrine system. Natural UV Filters Some plant oils, multicosmetic solutions , and extracts may have natural sunscreen properties. For example, carrot seed oil and raspberry seed oil may naturally provide low SPF values. However, since they do not offer as strong protection as traditional sunscreens, extra precautions should be taken. Conscious Use Suggestions Avoid prolonged and excessive use of sunscreens containing chemical filters. Choose mineral-based sunscreens for children and pregnant women. When using daily sunscreen, check for ingredients that may have a negative effect on the endocrine system. Look for safe, natural sunscreens that do not contain UVB filters. Instead of relying solely on sunscreen to protect yourself from the sun, use physical protection methods such as hats and long-sleeved clothing. Conclusion Although UVB filters play an important role in protecting against harmful sun rays, the possible effects of some chemical filters on the endocrine system should be considered. Safer sunscreens should be preferred, especially for children and pregnant women. Mineral-based sunscreens and natural filters are more reliable options in terms of protecting skin health and not affecting hormonal balance. SOURCE: Jesus, Ana et al. “UV Filters: Challenges and Prospects.” Pharmaceuticals (Basel, Switzerland) vol. 15.3 263. 22 Feb. 2022, doi:10.3390/ph15030263 Yang, Changwon et al. “Avobenzone suppresses proliferative activity of human trophoblast cells and induces apoptosis mediated by mitochondrial disruption.” Reproductive toxicology (Elmsford, NY) vol. 81 (2018): 50-57. doi:10.1016/j.reprotox.2018.07.003 Schlumpf, Margret et al. “Developmental toxicity of UV filters and environmental exposure: a review.” International journal of andrology vol. 31.2 (2008): 144-51. doi:10.1111/j.1365-2605.2007.00856.x Guan, Linna L et al. “Sunscreens and Photoaging: A Review of Current Literature.” American journal of clinical dermatology vol. 22.6 (2021): 819-828. doi:10.1007/s40257-021-00632-5 Krause, M et al. “Sunscreens: are they beneficial for health? An overview of endocrine disrupting properties of UV-filters.” International journal of andrology vol. 35.3 (2012): 424-36. doi:10.1111/j.1365-2605.2012.01280.x Breakell, Thomas et al. “Ultraviolet Filters: Dissecting Current Facts and Myths.” Journal of clinical medicine vol. 13,10 2986. 19 May. 2024, doi:10.3390/jcm13102986 ÜNER, DR MELİKE, and İMRAN ALTIOKKA. "RELIABILITY AND COSMETOVIGILANCE IN COSMETICS." Berardesca, E et al. “Review of the safety of octocrylene used as an ultraviolet filter in cosmetics.” Journal of the European Academy of Dermatology and Venereology: JEADV vol. 33 Suppl 7 (2019): 25-33. doi:10.1111/jdv.15945 PEKCAN, AHMET NEZİHİ. "DESIGN OF VARIOUS DERMAL FORMULATIONS FOR MELASMA TREATMENT." GÜLER, Ülker Aslı, Eliza Tuncel, and MEhtap ERŞAN. "Toxicology of Nanomaterials." ÜNAL, İdil, and Ayda ACAR. "Sun Protection." Turkish Clinics Cosmetic Dermatology Special Journal 11.2 (2018). SARAY, Yasemin, and Deniz DUMAN. "Current Information and Developments on Sunscreens." Turkish Clinics Cosmetic Dermatology Special Journal 8.4 (2015). Ertekin, KADR İ. YE "Cosmetic chemicals and their interactions with the endocrine system." CHAIRMAN, Emel BÜLBÜL. "Reliability, Undesirable Effects and Side Effects of Sunscreens." Turkiye Klinikleri Cosmetic Dermatology-Special Topics 3.2 (2010): 62-69. Sarı, Canan. "The Relationship Between Personal Care and Cosmetic Product Use During Pregnancy and Fetal Health." Turkish Journal of Family Medicine and Primary Care 15.3 (2021): 633-638.

Learn more
Tırnak Eti Problemleri: Nedenleri ve Profesyonel Çözüm Önerileri - ya da multicosmetics

Nail Problems: Causes and Professional Solutions

Nail problems can be listed as nail peeling, nail cracks, dry nail and nail breakage. They are usually caused by dryness and moisture loss, improper nail cutting, chemicals, vitamin deficiency, fungal and bacterial infections. Solution suggestions for such problems include moisturizing, nail care products, correct manicure techniques, protection from chemicals, vitamin supplements and medical treatment. Nail Anatomy The cuticle anatomy includes a tissue structure that protects the nail and surrounding tissues. Parts of the nail anatomy: 1. Nail Plate: It is the visible, hard part of the nail. It is made up of a protein called keratin. Underneath is the nail bed. 2. Nail Matrix: It is the area where the cells that enable the nail to grow are produced. It is located just above the finger bone. The light-colored half-moon-shaped lunula or half-moon at the base of the nail is the only visible part of the matrix. The nail grows from here and damage can cause permanent deformities. 3. Nail Bed: It is the sensitive vascular area just under the nail plate. It gives the nail its pink color. The nail plate is firmly attached here. 4. Eponychium (Cuticle): It is the thin layer of skin at the base of the nail. It protects the nail and matrix from bacteria and external factors. Excessive cutting can cause infections. 5. Hyponychium: It is a thin layer of skin located just below the free edge of the nail plate. It forms a barrier against infection by covering the underside of the nail. 6. Paronychium: The soft tissue on the sides of the nail. This area is prone to inflammation and infections called "paronychia" are often seen here. Characteristics of Healthy Cuticles It should be pink or pale pink in color: The cuticles should be a natural pink color, and there should be no color changes such as paleness or bruising. It should be moist and flexible: Dry, hard or peeling cuticles are unhealthy. Healthy cuticles have a soft and flexible texture. Must be neat and intact: There should be no peeling, cracking or excessive retraction. If the cuticles are constantly cracking or breaking, this may be a sign of vitamin deficiency or irritation from external factors. There should be no inflammation, redness or swelling: If there is any swelling, tenderness or redness around the nail edge, this could be a sign of infection. It should be painless and tender: There should be no pain or ache when you touch the cuticles. The cuticle structure must be smooth: Cuticles should be slightly adherent and thin to protect the nail bed. Excessively hardened or retracted cuticles can negatively affect nail health. Main Causes of Nail Problems Environmental Factors Moisture and Dryness Imbalance Excessive exposure to water: When hands are frequently exposed to water, the cuticles become soft and easily irritated. Detergents and chemicals: Cleaning products, soaps and disinfectants can dry out the cuticles and cause them to crack. Weather Conditions Cold weather: Low temperatures and wind dry out the skin and cuticles, causing cracking. Hot and dry weather: Causes moisture loss, which can cause the cuticles to harden and peel. Nutritional Deficiencies Nutritional deficiencies that lead to nail problems are often caused by vitamin and mineral deficiencies. Here are the most common deficiencies and their effects on the nails: 1. Biotin (Vitamin B7) Deficiency: Causes the nails to weaken, dry and crack. 2. Vitamin A Deficiency: Causes the skin and nails to dry, become sensitive and crack. 3. Vitamin C Deficiency: As it reduces collagen production, it leads to weakening of the cuticles, bleeding and slowing down of the healing process. 4. Vitamin E Deficiency: It dries out the cuticles, causing cracking and irritation. 5. Iron Deficiency: Causes the cuticles to become pale, dry and sensitive. Nails may also become thin and break. 6. Zinc Deficiency: Causes the cuticles to peel, heal slowly and become irritated. 7. Omega-3 Deficiency: It dries the skin and cuticles, causing cracks. 8. Protein Deficiency: Causes the cuticles to become weak and prone to irritation. 9. Dehydration: It causes the body's moisture balance to be lost, which causes the cuticles to dry out, harden and crack. Wrong Care Habits Instilling the habit of protecting your cuticles from an early age can put aside issues that will cause problems throughout your life. Picking or Biting Cuticles: Picking or biting your cuticles increases the risk of infection and inflammation. It can create open wounds, which can lead to bacterial or fungal infections. Overcutting Cuticles: Cuticles are a natural barrier that protects nails from infection. Cutting too much can cause irritation and infection. Deep cuts can cause bleeding and pain. Using Unhygienic Tools: Using unsterilized nail clippers or meat tweezers increases the risk of infection. Shared manicure tools can cause fungal or bacterial infection. Excessive and Harsh Manicure Practices: Pushing the cuticles too hard or filing them hard can cause irritation. Chemical-based nail polish removers and harsh manicure products can dry out the cuticles. Chemical Exposure: Nail polish removers that contain strong solvents like acetone dry out the cuticles and cause irritation. Handling detergents and cleaning materials without gloves can cause the cuticles to wear down. Not Moisturizing Enough: Unmoisturized cuticles dry out, crack, and become sensitive. Especially people who wash their hands frequently or are exposed to cold weather should moisturize regularly. Continuous use of gel or acrylic nails: UV lamps and artificial nail applications can dry out and weaken the cuticles. Improper removal procedures can damage the cuticles. Nail Biting Habits Nail biting (onychophagia) is the unconscious biting and tearing of one's nails and sometimes cuticles, usually due to stress, anxiety, distress or habit. It usually begins in childhood and continues into adulthood in some people. The main harms of nail biting are: Nail and Cuticle Damage Nails become deformed: Constant biting causes nails to look irregular and ugly. Cuticles become irritated: When cuticles are torn, open wounds can form, increasing the risk of infection. Nail growth disorders: When the nail root is damaged, the nail may grow unhealthily and irregularly. Risk of Infection Bacterial and fungal infections: Bacteria found in the mouth can infect the nail and cause inflammation (such as a nail infection called paronychia). Wart and fungal formation: Nail biting can lead to the transmission of viruses (such as HPV) to the nail area. Risk Factors That May Cause Nail Problems Seasonal Effects In the winter months, the cold weather causes dryness, cracking, and peeling of the cuticles. In the summer months, the increase in temperature can cause discomfort such as sweating, fungus, and infection in the cuticles. Finally, in the spring months, the most important factor is allergic reactions. Such reactions can cause itching, dryness, and peeling of the cuticles. Occupational Exposure In occupational groups that are exposed to chemicals a lot (hairdressers, beauticians, cleaning workers), constantly exposing the hands to these conditions can cause dryness and irritation in the cuticles. Another risk factor is that the cuticles of people who do physical and mechanical work can be exposed to violence or irritation. Hand Hygiene Products The substances we use while paying attention to hygiene can damage our hands, nails and cuticles due to their content. These can be alcohol-based disinfectants, antibacterial soaps, use of latex gloves and creams and lotions containing harsh chemicals. Using such products can cause problems such as serious dryness, cracking and wound formation in the cuticles. Nail Treatment Some of the most important steps in preventing cuticle problems are practicing proper hand care, creating a moisturizing routine, and using appropriate protective products. Proper Cuticle Care Hand care usually starts with a manicure. The biggest mistake made here is cutting the cuticles. Instead, they should be pushed back. The tools used should be personalized and sterile. Otherwise, it can cause fungus and infection. Another thing is that instead of chemicals such as nail polish removers, hand care can be completed with products that are purer in content and will not irritate the skin. Using a cuticle moisturizer should be considered the safest of all possible care. Moisturizing Routine Creating a moisturizing routine is very important in eliminating dryness in the cuticles. This routine can be created with moisturizers suitable for the skin every day. Especially in the winter months, since there may be extra cracking and dryness in cold weather, the routine can be supported with intensive moisturizers. Use of Protective Products To prevent dryness of the cuticles, appropriate moisturizers, cuticle oils, and cuticle softening products can be used. In daily life, gloves containing nitrile or cotton products can be used instead of latex to protect hands at work. Gentle hand soaps and alcohol-free products should be used to prevent the cuticles from losing moisture. Natural nail care Nail problems can be treated with natural methods. Some of these include regularly using nutritious oils and vitamin supplements. Nourishing Oils Applying a few drops of valuable fixed oils such as almond oil, coconut oil, olive oil or jojoba oil to the nails and cuticles at night helps to treat nail breakage , nail breakage, nail crack treatment and nail dryness. Nail care pen, a very valuable solution from an expert in this regard, is with you. Thanks to its fixed oils, rich minerals and easy use, it prevents problems such as dryness, breakage and peeling of the cuticles. It is very important to check if the nail care products contain hormone disruptors, harmful chemicals and carcinogenic substances and to get into the habit of reading labels. These products, which are used from a young age, can cause various blockages especially in acupuncture points, as they are areas with intense blood flow. Vitamin Supplements Water should be consumed at least 2 liters a day as the most important vitamin. It is very important in addition to moisturizers used to maintain the body's moisture balance. Apart from this, Biotin (vitamin B7), vitamin E, vitamin C, vitamin A, vitamin D, zinc and iron are vitamins that can be used. Consuming foods that contain these vitamins in abundance in our daily nutrition habits will also help the treatment. Consuming rich foods such as eggs, almonds, olive oil and lemon is very important. SOURCE Jangra RS, Gupta S, Singal A, Kaushik A. Hangnail: A simple solution to a common problem. J Am Acad Dermatol. 2019;81(5):e123-e125. Relhan, Vineet et al. “Management of chronic paronychia.” Indian journal of dermatology vol. 59.1 (2014): 15-20. doi:10.4103/0019-5154.123482 Leggit JC. Acute and chronic paronychia. Am Fam Physician. 2017;96(1):44-51. PMID: 28671378 pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/28671378/.

Learn more