İçeriğe atla
2.000 TL ÜZERİ KARGO ÜCRETSİZ!

Uzman Gözüyle

Bebekler İçin Neden Mineral Güneş Kremi Tercih Edilmeli? Uzmanından Detaylı Rehber - ya da multicosmetics

Bebekler İçin Neden Mineral Güneş Kremi Tercih Edilmeli? Uzmanından Detaylı Rehber

Güneş ışınları, bebeklerin hassas cildi üzerinde kalıcı hasarlara yol açabilir. Bu yüzden güneş koruyucu seçimi, ebeveynler için sadece bir yaz hazırlığı değil, aynı zamanda bir sağlık önlemidir. Piyasada birçok farklı ürün varken, uzmanlar özellikle mineral (fiziksel) güneş kremlerini önermektedir. Peki neden?  Bebeklerin cildi, yetişkinlere göre beş kat daha ince bir yapıya sahiptir ve bu durum onları çevresel faktörlere karşı çok daha savunmasız hale getirir. Yenidoğan güneş kremi seçerken ayrıca dikkat edilmelidir. Özellikle güneşin zararlı UV ışınları, hassas bebek cildinde erken yaşta lekelenmelere, tahrişlere ve hatta ileri yaşlarda ortaya çıkabilecek cilt problemlerine zemin hazırlayabilir. (1,3) Bu nedenle, güneşten korunmak sadece yaz aylarında değil, yıl boyunca ihmal edilmemesi gereken bir konudur. Peki bebek güneş kremi nasıl seçilir? Güneş koruyucu ürünler arasında mineral bazlı seçenekler, son yıllarda ebeveynlerin öncelikli tercihi haline gelmiştir. İçeriğindeki doğal filtreler sayesinde bebeğin cildine zarar vermeden güçlü bir koruma sunar. En iyi bebek mineral güneş kremi, sade içeriği ve etkin koruması ile öne çıkar. Bu yazıda, mineral güneş kremlerinin bebek cildi için neden daha güvenli olduğunu, hangi özelliklere dikkat edilmesi gerektiğini ve doğru kullanım yollarını adım adım ele alacağız. Mineral Güneş Kremi Nedir ve Bebek Cildine Etkileri Nelerdir? Bebeklerin cildi yetişkinlere göre çok daha ince ve hassastır, bu nedenle güneşin zararlı UV ışınlarına karşı korunmaları büyük önem taşır. Mineral güneş kremleri, fiziksel bir bariyer oluşturarak cilt yüzeyinde koruma sağlar ve kimyasal filtre içermedikleri için bebek cildiyle daha uyumludur. Bu ürünler, doğrudan cilde etki etmeden güneş ışınlarını geri yansıtarak güvenli ve etkili bir koruma sunar.  Mineral Güneş Kremlerinin Temel İçerikleri: Çinko Oksit ve Titanyum Dioksit Mineral güneş kremi nedir sorusu, ebeveynlerin en sık araştırdığı konulardan biridir. Yaz mevsimi boyunca bebekler için güneş kremi kullanmak, cilt sağlığı açısından hayati önem taşır. Bebek cildi için güneş kremi seçerken içerik listesine dikkat edilmelidir. Bebek mineral güneş kremi, özellikle hassas ciltler için geliştirilen doğal içerikli ürünler arasında yer alır. Mineral güneş kremlerinin etkili koruma sağlayan iki ana bileşeni vardır: çinko oksit ve titanyum dioksit. Her iki mineral de UV ışınlarını fiziksel olarak yansıtarak cildi güneşin zararlı etkilerinden korur. Çinko oksit, geniş spektrumlu (UVA ve UVB) koruma sağlar ve cilt üzerinde beyaz bir tabaka bırakabiliyor olsa da alerji riski çok düşüktür. Bu özellikleri sayesinde özellikle hassas ciltlerde ve bebek ürünlerinde sıkça tercih edilir. Titanyum dioksit ise genellikle UVB ışınlarına karşı etkilidir ve daha hafif yapısıyla kolay uygulanabilir. Her iki içerik de toksik değildir, cilde nüfuz etmez ve bebeklerde güvenli kullanım sağlar. (2,3) Mineral Filtreler Cilt Yüzeyinde Nasıl Bir Koruma Kalkanı Oluşturur? Mineral filtreler, cilt üzerinde ince bir tabaka oluşturarak adeta görünmez bir zırh gibi çalışır. Bu tabaka, güneş ışınlarını emmek yerine doğrudan geri yansıtır. Yani UV ışınları cilde ulaşmadan önce fiziksel olarak engellenir. Çinko oksit ve titanyum dioksit, bu görevi gören iki ana madde olarak ışığı dağıtarak cilt hücrelerinin DNA’sını hasardan korur. Kimyasal filtrelerin aksine cilt altına geçmediği için bebeklerin hassas cildiyle uyumludur ve anında etki gösterir. Ayrıca ciltte emilim yapmadığı için sistemik yan etki riski de minimumdur. Bu sayede mineral filtreli kremler, özellikle bebekler gibi korumasız ciltler için güvenli ve etkili bir koruma kalkanı sunar. (2,3) Bebeklerin Hassas Cildi İçin Mineral Güneş Kremlerinin Üstün Avantajları Bebeklerin hassas cildi, kimyasal maddelere karşı daha savunmasızdır. Bu nedenle güneş koruyucu seçiminde mineral içerikli ürünler öne çıkar. Mineral güneş kremleri, cilt yüzeyinde kalarak fiziksel bir kalkan oluşturur ve alerji riskini en aza indirir. Kimyasal filtrelere göre çok daha nazik olan bu ürünler, özellikle hassas ve alerjiye yatkın bebek ciltleri için güvenli ve etkili bir koruma sağlar. Kimyasal Filtrelere Göre Daha Az Alerji ve Tahriş Riski Kimyasal filtreli güneş kremi bebek cildi için tahriş edici olabilir; bu yüzden mineral içerikler önerilir. Mineral filtreli bebek güneş kremi çeşitleri, fiziksel koruma sağlayarak güvenli bir seçenek sunar. Çinko oksit bebek güneş kremi formülleri, alerji riskini azaltan yapısıyla öne çıkar. Titanyum dioksit de bebek ürünlerinde sıklıkla tercih edilen bir diğer mineral filtredir. (2,4) Kimyasal filtreli güneş kremleri, UV ışınlarını cilt tarafından emildikten sonra kimyasal reaksiyonla etkisiz hale getirir. Bu süreçte cilde nüfuz eden maddeler, özellikle bebeklerde kızarıklık, kaşıntı ve alerjik reaksiyon gibi sorunlara yol açabilir. (4) Mineral güneş kremleri ise tamamen cilt yüzeyinde kalarak ışınları fiziksel olarak yansıtır. İçeriğinde sentetik parfümler, parabenler veya koruyucu maddeler bulunmadığı için tahriş riski çok daha düşüktür. Özellikle atopik dermatit, egzama ya da hassas cilt yapısına sahip bebeklerde mineral filtreler, çok daha güvenli bir tercih sunar. (3) Ayrıca yetişkinlerde de hassas ciltler için bebek güneş kremi kullanmak, oluşabilecek cilt problemlerinin önüne geçer. (1,2) Uygulandığı Anda Etki Göstermesi: Bekleme Süresi Yok! Mineral güneş kremlerinin en büyük avantajlarından biri, uygulandığı anda koruma sağlamasıdır. Kimyasal filtreli kremlerde, etkinin başlaması için genellikle 20-30 dakika beklemek gerekir. Ancak mineral içerikli ürünler, ciltte fiziksel bir bariyer oluşturduğu için sürüldüğü an itibarıyla UV ışınlarına karşı korumaya başlar. (1,2,3) Bu özellik, özellikle bebeklerle dışarı çıkarken zamandan tasarruf sağlar ve güneşe ani maruziyet riskini azaltır. Parka, sahile ya da kısa bir yürüyüşe çıkmadan hemen önce uygulanabilir; ek bir hazırlık süresine gerek kalmaz. Geniş Spektrumlu Koruma: Hem UVA Hem de UVB Işınlarına Karşı Etkin Kalkan Bebek cildi için ideal bir güneş kremi, sadece güneş yanıklarına karşı değil, aynı zamanda uzun vadeli cilt hasarlarına karşı da koruma sağlamalıdır. Mineral güneş kremleri, hem UVA (yaşlanma ve hücre hasarı) hem de UVB (yanık ve kızarıklık) ışınlarına karşı geniş spektrumlu koruma sunar. (3) Çinko oksit ve titanyum dioksit gibi mineral filtreler, bu iki farklı UV ışını türünü fiziksel olarak bloke eder. Böylece bebeklerin cildi yalnızca kısa vadeli değil, aynı zamanda uzun vadeli güneş kaynaklı zararlar karşısında da korunur. Bu tam kapsamlı kalkan, özellikle yaz aylarında açık havada geçirilen zamanlarda büyük önem taşır. Bebekler İçin İdeal Mineral Güneş Kremi Nasıl Seçilir? Dikkat Edilmesi Gerekenler Bebek cildi, dış etkenlere karşı oldukça savunmasızdır ve özel koruma gerektirir. Bu nedenle güneş kremi seçimi yapılırken yalnızca koruyuculuk düzeyine değil, içerik güvenliğine de dikkat edilmelidir. Mineral filtreli, katkı maddesi içermeyen ve dermatolojik olarak test edilmiş ürünler, bebekler için en doğru tercihleri oluşturur. Geniş spektrum, uygun SPF değeri ve suya dayanıklılık gibi kriterler, ürünün etkili ve güvenli olup olmadığını belirleyen temel unsurlardır. SPF Değeri Kaç Olmalı? Bebekler İçin Önerilen Güneş Koruma Faktörü Bebek güneş kremi SPF kaç olmalı sorusu da önemlidir. Bebekler için kullanılan güneş kremlerinde SPF 30 ve üzeri değerler önerilir. SPF 30, UVB ışınlarının yaklaşık %97’sini engellerken, SPF 50’ye kadar çıkıldığında bu oran %98’e ulaşır. Daha yüksek SPF her zaman daha iyi anlamına gelmez; önemli olan, düzenli olarak ve yeterli miktarda uygulanmasıdır. Ayrıca UVA koruması sunan bir ürün tercih edilmelidir. Yalnızca SPF ibaresine değil, ürünün geniş spektrumlu olup olmadığına da mutlaka bakılmalıdır. (6) Ayrıca SPF değerinin tek başına yeterli bir gösterge olmadığını unutmamak gerekir. Ürün ne kadar yüksek SPF içerirse içersin, uygulama sıklığı büyük önem taşır. Özellikle bebeklerin terlemesi, yıkanması veya havluyla silinmesi gibi durumlarda güneş kremi etkisini yitirir. Bu nedenle her 2-3 saatte bir yenilemek gerekir. SPF yüksek olsa bile uygulama düzensizse, koruma etkinliği azalır. "Geniş Spektrum" ve "Suya Dayanıklı" İfadelerinin Önemi Geniş spectrum (broad spectrum), bebek güneş kremi ibaresi, ürünün UVA ve UVB ışınlarına karşı etkili koruma sağladığını gösterir. Bu, sadece güneş yanıklarına değil, aynı zamanda uzun vadeli cilt hasarlarına karşı da kalkan oluşturur. “Suya dayanıklı” ibaresi ise ürünün terleme, deniz veya havuz sonrası etkisini kaybetmeden korumaya devam ettiğini belirtir. (3,6) Bebekler sürekli hareket halindeyken ve suya temasları sık olabileceğinden, suya dayanıklı bebek güneş kremi büyük avantaj sağlar. Bazı ürünler sadece UVB ışınlarına karşı koruma sağlarken, UVA ışınları ihmal edilebilir. Oysa UVA ışınları ciltte daha derine iner ve uzun vadede DNA hasarı yaratabilir. Bu nedenle, ürün etiketinde “broad spectrum” ibaresinin bulunması, tüm yelpazeye karşı tam koruma sağladığını gösterir. Parfüm, Paraben ve Zararlı Kimyasallar İçermeyen Formüller Bebek güneş kremi alerji yapmamalı ve hipoalerjenik özellikte olmalıdır. Bebek cildi, dış etkenlere karşı son derece hassastır ve kimyasal içeriklere tepki verme olasılığı yüksektir. Bebek güneş kremi zararlı maddeler içermemeli; paraben, alkol ve boya gibi içeriklerden arındırılmalıdır. Bu nedenle parfüm, paraben, alkol, sülfat ve renklendirici içermeyen formüller tercih edilmelidir. Bu katkı maddeleri, tahrişe, alerjiye ve uzun vadede cilt bariyerinin zayıflamasına yol açabilir. (4,5) Etiketinde “dermatolojik olarak test edilmiştir” veya “hipoalerjenik” ifadeleri olan ürünler genellikle daha güvenlidir. Dermatolojik olarak test edilmiş ve bebek cildiyle uyumlu ürünler, sistemik emilim riski taşımaz ve güvenli kabul edilir. (5) Parfümsüz bebek güneş kremi, hassas cilt yapısına sahip bebekler için daha uygundur. Bebekler için doğal güneş kremi, katkı maddesi içermeyen formüllerle güven verir. Ancak, bazı ürünler “doğal” ya da “organik” gibi ifadeler taşısa da içerik listesi dikkatle incelenmelidir. Bebek ürünlerinde en az bileşenli, sade formüller tercih edilmeli ve ürünün güvenilir dermatolojik testlerden geçtiği belgelenmiş olmalıdır. Etkili bir güneş kremi, sadece zararlı maddeleri içermemekle kalmamalı, aynı zamanda cilt bariyerini güçlendiren ve nem dengesini destekleyen yapıda olmalıdır. Mineral güneş kremleri, bebeklerin narin cildi için hem güvenli hem de etkili bir koruma sağlar. Mineral güneş kreminin bebekler için avantajları arasında düşük alerji riski ve anında etki yer alır. Doğal içerikleri sayesinde alerji riskini en aza indirir, uygulandığı anda etkisini gösterir ve güneşin zararlı ışınlarına karşı fiziksel bir kalkan oluşturur. SPF değeri, geniş spektrum özelliği, suya dayanıklılığı ve kimyasal içermeyen formülüyle doğru ürünü seçmek, ebeveynlerin yapabileceği en önemli cilt sağlığı yatırımlarından biridir. Unutmayın, güneşten korunma alışkanlığı ne kadar erken başlarsa, uzun vadeli faydaları da o kadar büyük olur. Doğru ürünü seçerek ve düzenli kullanım sağlayarak bebeğinizin sağlıklı bir cilt gelişimi için güçlü bir adım atabilirsiniz. Bebek cildine gösterdiğiniz özeni, biz de ya da Multikozmetik olarak paylaşıyoruz. Bebeklerin hassas ciltleri için en doğru ürünleri sunma konusundaki kararlılığımızı sürdürüyoruz. Cilt bakımı sadece yetişkinler için değil, bebekler için de büyük bir özen ister. Bu noktada bizim en büyük hassasiyetimiz, içeriklerin doğallığı ve güvenilirliğidir. Her ebeveynin içi rahat olsun diye, ürünlerimizi dermatolojik olarak test ediyor ve her adımda bebek cildinin ihtiyaçlarını gözetiyoruz. Sağlıklı bir gelecek, doğru bakım alışkanlıklarıyla başlar. KAYNAKÇA1. Draelos, Z. D. (2010). Cosmetic Dermatology: Products and Procedures. Wiley-Blackwell.2. Wang, S. Q., Balagula, Y., & Osterwalder, U. (2010). Photoprotection: A Review of the Current and Future Technologies. Dermatologic Therapy, 23(1), 31–47. https://doi.org/10.1111/j.1529-8019.2009.01286.x3. Lautenschlager, S., Wulf, H. C., & Pittelkow, M. R. (2007). Photoprotection. The Lancet, 370(9586), 528–537. https://doi.org/10.1016/S0140-6736(07)60638-24. Nedorost, S. T. (2013). Allergic contact dermatitis to sunscreen: Diagnosis and management. Dermatologic Clinics, 31(4), 637–642. https://doi.org/10.1016/j.det.2013.06.0095. Aghaei, S., Moradi, S., & Talebi, A. (2016). Evaluation of Sunscreen Safety in Pediatric Population. Iranian Journal of Dermatology, 19(1), 1–6.6. Burnett, M. E., & Wang, S. Q. (2011). Current sunscreen controversies: A critical review. Photodermatology, Photoimmunology & Photomedicine, 27(2), 58–67. https://doi.org/10.1111/j.1600-0781.2011.00557.x7. Ferguson, J., & Dover, J. S. (2013). Photodamage and Photoprotection. Springer.

Devamını oku
SPF Nedir? Güneş Kremi Seçimi ve Kullanımı Hakkında Kapsamlı Rehber - ya da multicosmetics

SPF Nedir? Güneş Kremi Seçimi ve Kullanımı Hakkında Kapsamlı Rehber

SPF kavramının, güneş kremlerinin popülerleşmesiyle beraber hayatımızda yeri artmıştır. Güneş kremlerinin üzerinde farklı sayılarla gördüğümüz bu SPF ne anlama gelmektedir? En yüksek SPF’e sahip güneş kremini mi almalıyız? Güneş kremi seçerken başka nelere dikkat etmeliyiz? Bu yazı, bu soruların cevaplarını içermektedir. Ayrıca, güneş kremi seçimi hakkında bilgilendirici ve kapsamlı bir rehber niteliği taşımaktadır. SPF (Güneş Koruma Faktörü) Nedir ve Cildimizi Nasıl Korur? SPF, Sun Protection Factor yani güneş koruma faktörünün kısaltılmış halidir. SPF, güneş kreminin güneşten korunma yeteneğinin bir ölçüsüdür. Bu faktör; güneş koruyucu sürülmüş ciltteki minimum eritem dozu (MED) üretmek için gereken UV enerjisinin, korunmasız ciltte MED üretmek için gereken UV enerjisine bölünmesi ile hesaplanır. MED, bir bireyin cildine maruziyetten sonraki birkaç saat içinde eritem (kılcal damarların tıkanmasıyla oluşan güneş yanığı veya kızarıklık) üretecek minimum UV radyasyonu miktarıdır. Daha basit bir tanımla, güneş kremi uygulanmış cildin, uygulanmayana göre ne kadar geç sürede kızarıklık oluşturduğunun bir ifadesidir[1][2]. Güneş kremleri, UV ışınlarının cilde zarar vermesini iki farklı mekanizma ile engeller. Bunlardan ilki fiziksel bir bariyer oluşturmaktır; bu tür ürünler genellikle titanyum dioksit veya çinko oksit gibi mineraller içerdiğinden "mineral güneş kremi" olarak adlandırılır. Bu mineraller, UV ışınlarını adeta bir ayna gibi yansıtarak cildi korur. Diğer yöntem ise kimyasal filtreler ile olur. Kimyasal güneş kremleri, cilt yüzeyinde ince bir film oluşturarak UV ışınlarını emip cilde ulaşmadan etkisiz hale getirirler[3]. SPF Değerleri (15, 30, 50+) Ne Anlama Gelir? Hangisini Seçmeli? SPF değeri, bir güneş kreminin cilde gelen UV ışınlarının ne denli filtre edebildiğini gösteren bir değerdir. SPF değerleri arttıkça cilde ulaşan UV dozu da aynı oranda azalmaktadır. SPF değerleri hakkında bazı yanlış kanılar mevcuttur. Bunlardan biri SPF 50+’ın SPF 30’un iki katı kadar etkiye sahip olmamasıdır. Böyle sanılmasının sebebi SPF 30 güneş kremleri, UV ışınlarının %96,7’sini absorplarken SPF 50+ güneş kremlerinin UV ışınlarının %98,3’ünü absorbe etmesidir. Bu oranlara bakıldığında aralarında çok bir fark yok gibi durmaktadır.  Cilde ulaşan UV miktarı açısından bakıldığında, SPF 30 kullanan birinin cildi, SPF 50+ kullanan birine göre yaklaşık 2 kat daha fazla UV ışınına maruz kalır. Bu sayıların daha anlamlı hale gelmesi için şöyle bir örnek verilebilir: SPF 30 bir güneş kremi sürüldüğünde güneş yanığı oluşmaya SPF 15 ürüne göre yaklaşık 2 kat geç başlamaktadır. Bu süreler elbette kişiden kişiye farklılık göstermektedir [4].Ayrıca güneş kremi seçerken bazı faktörleri de göz önünde bulundurmak gerekir. Suyla temas edilecekse suya dayanıklı güneş kremleri seçilmelidir. Ya da dışarıda uzun süreli vakit geçirilen, güneşle sık temas halinde bulunan zamanlar için SPF 50+ kullanılması daha yararlı olacaktır. Güneş kremi seçerken kişinin cilt tipi de mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Hassas cilde sahip olanlar için kısa süreli güneşli maruziyetinde dahil SPF 50+ güneş ürünlerini seçmesi önerilmektedir[5]. UVA, UVB ve Geniş Spektrum Koruması: Cilt Sağlığınız İçin Neden Önemli? Güneş ışınlarının zararlı etkilerine ise çoğunlukla elektromanyetik spektrumun ultraviyole (UV) yani morötesi bölgesi neden olur. UV ışınları dalga boylarına göre üç gruba ayrılır: 320-400 nm aralığındaki ışınlar UVA, 290-320 nm arasındaki ışınlar UVB ve 200-290 nm dalga boyundaki ışınlar ise UVC olarak adlandırılır. Dünyaya güneşten gelen UV ışınlarının tamamı ulaşmaz. UVC, atmosfer tarafından engellenirken UVA ile UVB dünyaya ulaşabilir. UVB’nin bir kısmı, ozon tabakası tarafından filtrelenir. Filtrelenmeyen kısmı ise derinin alt katmanlarına kadar inemese de epidermise ve dermisin yüzeyine zarar verir. Ayrıca UVB, güneş yanıklarından ve kızarıklıkların oluşumundan sorumludur. UVA ise dermisin derin katmanlarına dahil ulaşabilmektedir ve cilt üzerindeki zararı daha fazladır[1][6].  UV radyasyonu, mutajenik bir ajandır. Bu yüzden güneş ışığına uzun süreli maruz kalınmasının cilt kanseri gelişimi ve eritem oluşumu ile ilişkili olduğu gösterilmiştir [6].  Bu zarara hem UVA hem de UVB neden olmaktadır. UVA ve UVB koruması sağlayan geniş spektrumlu güneş kremlerini tercih edilmesi daha kapsamlı bir koruma sağlar. Ayrıca günümüzde güneş koruyucu maddeler içeren nemlendiriciler, kremler, losyonlar ve köpükler gibi multikozmetik ürünler mevcuttur. Bu ürünlerin düzenli kullanımı ultraviyole radyasyonun zararlı etkilerinin oluşmasını azaltmaya yardımcı olabilir[1]. Güneş Kremi Kullanmanın Cilt Sağlığı İçin Hayati Faydaları Nelerdir? Cildimiz, gün boyunca güneşten gelen radyasyon da dahil olmak üzere çeşitli çevresel faktörlere maruz kalır. Bu faktörler sonucunda güneş yanıkları, renk eşitsizliği (diskromi), erken yaşlanma belirtileri ve cilt kanseri gelişebilir. Bu tür olumsuz etkilerden korunmak için bazı önlemler alınabilir; örneğin, gölgede kalmak, koruyucu giysiler ya da güneş gözlüğü kullanmak… [7]   Güneşin zararlı etkilerini azaltmanın en etkili yollarından biri güneş kremi kullanmaktır. Özellikle geniş spektrumlu (hem UVB hem de UVA ışınlarına karşı koruma sağlayan) güneş kremleri tercih edilmesi daha fazla koruma sağlar. Güneş kremlerinin temel amacı cildi UV ışınlarından korumaktır, ancak bunun yanında cilt için güvenli olmaları da gerekir. Alerjiye veya hassasiyete yol açmamalıdırlar. Bunun için kullanılan güneş kreminin, cilt dostu cilt bakımı ürünlerinden olmaları önemlidir. Güneş Yanıkları, Cilt Lekeleri ve Erken Yaşlanmaya Karşı En Etkili Kalkan Güneşin altında vakit geçirmek, insanı duygusal ve fiziksel olarak olumlu yönde etkilemektedir. Ancak güneş altında durduğumuz süre boyunca UV ışınlarına da maruz kalmaktayız. Uzun vadede bu ışınlar; erken yaşlanma, bağışıklık sisteminin baskılanması, karsinomalar (cilt veya organ dokusundaki kanser türü) ve melanom (ciltteki renk eşitsizliği) gibi biyolojik etkilere neden olurlar.[1][7]. UV ışınları, dermisin derinlerine ulaştığında DNA’ya zarar vermektedir. Böylece ciltte kırışıklık ve sarkma olarak kendini gösteren fotoyaşlanmaya sebep olur. Güneş kremlerindeki fotokoruyucu ajanlar ise UV’ye karşı direnci artırır ve oluşabilecek zararları minimalize eder. Bu etkisiyle güneş kremleri, zararlı güneş ışınlarından kaynaklı erken yaşlanmanın önüne geçebilmektedir[8]. Güneşin genel zararlı etkilerinden korunmak için ise aşırı UV maruziyetinden kaçınmak gerekir. Bunu gölge alanlarda durarak, güneş gözlüğü takarak ve güneş kremi sürerek sağlayabiliriz. Böylece güneşten kaynaklanan yanık ve lekeleri önlemek mümkün olacaktır. Özellikle de güneş ışınlarına daha fazla maruz kaldığımız yaz günleri, güneş kremi kullanımı daha da önem taşır. Özellikle 11:00–16:00 saatleri arasında güneş ışınlarının en dik ve zararlı olduğu zaman diliminde dışarı çıkmamaya özen göstermek, cilt sağlığını korumada kritik öneme sahiptir. Cilt Kanseri Riskini Azaltmada Güneş Kreminin Rolü Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre, 2022 yılında en çok teşhis konulan kanser türü cilt kanseridir. UV radyasyonu, cilt kanserinin oluşumunda en önemli faktörlerden biridir. Cilde ulaşan UV ışınlarından UVA ve UVB, kanser gelişiminden sorumludur. Bu ışınlar hücrelere zarar vermekte ve DNA’yı bozarak kanser oluşumunu indüklemektedir [9][10]. Güneş kremleri, UV ışınlarının cilde ulaşmasını engelleyerek cilt kanserine karşı koruma sağlar. Fareler üzerinde yapılan bir çalışmada da bu durum doğrulanmıştır. Güneş koruyucu uygulanan farelerde, kanser oluşumuyla ilişkili olan p53 mutasyonunun gelişme riski neredeyse tamamen ortadan kalkmıştır. Yani güneş kremi kullanımı, cilt kanseri önlenmesinin önemli bileşenlerinden biridir [11]. Doğru güneş kremi kullanımı da cilt kanserinden korunmak için önemlidir. Cilt Kanseri Federasyonu güneş kreminin nasıl sürülmesi gerektiğini şöyle belirtmiştir: Güneş kreminin SPF’inden bağımsız olarak, krem dışarı çıkmadan 30 dakika önce uygulanmalı ve 2 saatte bir yenilenmelidir. Yüzüldükten ve suyla temastan sonra hemen yenilenmelidir. Uygulanması gereken güneş kremi miktarı ise 28 gram yani yaklaşık 2 yemek kaşığı kadardır[5]. Sonuç olarak, güneşten gelen UV ışınlarından UVA ve UVB dermisin alt katmanlarına ulaşıp kızarıklık, leke ve cilt kanserine neden olabilmektedir. Güneş kremleri ise bu UV ışınlarının cilde ulaşmasını büyük ölçüde engellemektedirler. Ayrıca UVA ve UVB koruması sağlayan güneş kremleri, daha kapsamlı bir koruma sağlarlar. Güneş kremi seçerken başka dikkat edilecek husus ise SPF değerleridir. SPF değeri arttıkça daha uzun süreli bir koruma sağlamakta. Hassas ciltler ve güneşte fazla vakit geçirileceği durumlar için SPF 50+ güneş kremlerinin kullanımı önerilmektedir[1][4]. Kaynakça[1] Dutra, Elizângela & Oliveira, Daniella & Kedor-Hackmann, Erika & Santoro, Maria. (2004). Determination of sun protection factor (SPF) of sunscreens by ultraviolet spectrophotometry. Revista Brasileira De Ciencia Do Solo - REV BRAS CIENC SOLO. 40. 10.1590/S1516-93322004000300014.[2] Heckman CJ, Chandler R, Kloss JD, Benson A, Rooney D, Munshi T, Darlow SD, Perlis C, Manne SL, Oslin DW. Minimal Erythema Dose (MED) testing. J Vis Exp. 2013 May 28;(75):e50175. doi: 10.3791/50175. PMID: 23748556; PMCID: PMC3734971.[3] MD Anderson Cancer Center. (n.d.). How does sunscreen work? Understanding UV protection. https://www.mdanderson.org/cancerwise/how-does-sunscreen-work.h00-159698334.html[Erişim: 21 Mayıs 2025][4] Osterwalder, U., & Herzog, B. (2009). Sun protection factors: world wide confusion. The British journal of dermatology, 161 Suppl 3, 13–24. https://doi.org/10.1111/j.1365-2133.2009.09506.x[5] “Ask the Expert: Does a High SPF Protect My Skin Better?” The Skin Cancer Foundation, [Erişim: 21 Mayıs 2025][6] Yang, J. W., Fan, G. B., Tan, F., Kong, H. M., Liu, Q., Zou, Y., & Tan, Y. M. (2023). The role and safety of UVA and UVB in UV-induced skin erythema. Frontiers in medicine, 10, 1163697. https://doi.org/10.3389/fmed.2023.1163697[7] Flavia Alvim Sant'anna Addor, Carlos Baptista Barcaui, Elimar Elias Gomes, Omar Lupi, Carolina Reato Marçon, Hélio Amante Miot, Sunscreen lotions in the dermatological prescription: review of concepts and controversies, Anais Brasileiros de Dermatologia,Volume 97, Issue 2,(2022) ,Pages 204-222,[8] Latha, M. S., Martis, J., Shobha, V., Sham Shinde, R., Bangera, S., Krishnankutty, B., Bellary, S., Varughese, S., Rao, P., & Naveen Kumar, B. R. (2013). Sunscreening agents: a review. The Journal of clinical and aesthetic dermatology, 6(1), 16–26.[9] International Agency for Research on Cancer. (n.d.). Skin cancer. World Health Organization. Retrieved 22 Mayıs, 2025, from https://www.iarc.who.int/cancer-type/skin-cancer/[10] Hasan, N., Nadaf, A., Imran, M., Jiba, U., Sheikh, A., Almalki, W. H., Almujri, S. S., Mohammed, Y. H., Kesharwani, P., & Ahmad, F. J. (2023). Skin cancer: understanding the journey of transformation from conventional to advanced treatment approaches. Molecular cancer, 22(1), 168. https://doi.org/10.1186/s12943-023-01854-3[11] Lee, J. W., Ratnakumar, K., Hung, K. F., Rokunohe, D., & Kawasumi, M. (2020). Deciphering UV-induced DNA Damage Responses to Prevent and Treat Skin Cancer. Photochemistry and photobiology, 96(3), 478–499. https://doi.org/10.1111/php.13245

Devamını oku
Retinol Nedir? Kozmetikte Kullanımı ve Bilinmesi Gereken Sınırlamalar - ya da multicosmetics

Retinol Nedir? Kozmetikte Kullanımı ve Bilinmesi Gereken Sınırlamalar

Derimiz, en büyük organımızdır ve çeşitli bağışıklık savunma stratejileri aracılığıyla iç organlar ile dış mikrobiyal dünya arasında önemli bir bariyer görevi görmektedir(1,2). Bu bariyerin birçok iç ve dış etken nedeniyle hasar gördüğü bilinmektedir. Güneş ışınları nedeniyle lekelenme, yaşla beraber kırışıklık oluşumu, hormonlar nedeniyle sivilce oluşumu gözlenebilmektedir. İnsanlar bu değişiklikleri olabildiğince azaltmak ve daha sağlıklı bir cilde sahip olmak için çeşitli cilt bakım ürünlerini yüzyıllardır denemiştir. Bu içeriğimizde de size bu maddelerden biri olan retinolden bahsetmek istiyorum. Retinol aslında A vitamini olarak da bilinen retinoid ailesinin bir üyesidir. A vitamini ailesi; retinoik asit, retinoik asit esterleri, retinol esterler, retinaldehit ve retinol içerir, bu ailenin üyeleri kozmetik ve eczacılıkta yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu ailenin bazı üyeleri yurt dışında reçete ile satılırken bazı üyeleri reçetesiz bir şekilde kullanıma sunulmaktadır. Retinol, daha hafif olan bir üyedir ve dermokozmetik ürünlerde daha sıklıkla kullanılır(3-5).   Kozmetik ürünlerde retinol, deride hücre yenilenmesini, kolajen ve elastin gibi deri sıkılığını etkileyen kimyasalların üretimini teşvik edebilmesi gibi özellikleri nedeniyle cilt dokusunu iyileştirebildiği, kırışıklıkları ve sivilceleri azaltabildiği için yaşlanma karşıtı ve akne giderme amacıyla sıklıkla kullanılır(6,7). Retinol Kullanımının Cilt Bakımındaki Önemi ve Faydaları Nelerdir? Retinol, cilt bakımı için son senelerde kozmetik formülasyonlarının içinde daha çok karşımıza çıkan bir bileşiktir. Son pazar eğilimlerine göre, tüketiciler giderek daha hızlı güzelleşmek ve cilt durumunu daha hızlı iyileştirmek için daha yüksek etkili ürünler beklemektedir. Hem dermatolog topluluğu hem de kozmetik endüstrisi, iyi tasarlanmış formülasyonlar ve ürünler aracılığıyla işlevsel sorunları ele almayı, cilt görünümünü iyileştirmeyi ve tüketici beklentilerini karşılamayı ummakta ve bunun için çalışmalar yürütmektedir(8). Peki retinolün faydaları nelerdir kısaca bakalım. Retinol anti-aging etkileri nedeniyle yaşlanmayla ortaya çıkan değişikliklerin ortadan kaldırılması amacıyla kullanılmaktadır. Kolajen ve hücre yenilenmesini destekleyerek kırışıklıkların, ince çizgilerin ve sarkık cilt görünümünü azaltmaya yardımcı olur. Retinol cilt gözeneklerini temizlemeye, iltihabı azaltmaya ve akne oluşumunu önlemeye yardımcı olabilir, bu da onu akneye yatkın ciltler için etkili bir bileşik haline getirir. Son olarak retinol, ölü deri hücrelerinin dökülmesini ve yenilerinin oluşmasını teşvik ederek cilt dokusunu iyileştirir, cilt tonunu eşitler ve genel cilt parlaklığını artırır (9) Yapılan klinik çalışmaların birinde düzenli olarak %0,1 konsantrasyonda retinol ürünleri kullanıldığında kırışıklık karşıtı etkilerine ek olarak, cilt dokularında, elastikiyetinde, sıkılığında, gözeneklerinde, parlaklığında ve deri tabakasının neminde iyileşmeler gözlenmiştir(8). Kozmetik Ürünlerde Retinol Konsantrasyonu: Ne Kadar Güvenli Güçlü yaşlanma karşıtı özelliklerine rağmen, retinol kararsız, ışığa ve oksijene duyarlı ve tahriş edicidir, bu da güvenli ve etkili retinol formülasyonlarının geliştirilmesini acil bir ihtiyaç haline getirir(10). Tabii ki de geliştirilen formülasyonlardaki retinol konsantrasyonuna da dikkat edilmesi gereklidir. Toplumun, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi tarafından belirlenen A vitaminine genel maruziyetinin üst alım seviyesini aşabilme potansiyeli nedeniyle retinol kullanımı ile ilgili güvenlik endişesi oluşmuştur. Kozmetiklerde A vitamininin kullanımının güvenli olduğunu belirten Tüketici Güvenliği Bilimsel Komitesi (SCCS), kozmetik ürünlerden kaynaklanan A vitamini katkısının, gıda ve takviyelerden en yüksek düzeyde A vitaminine maruz kalan tüketiciler için endişe verici olabileceğini belirtmiştir. Avrupa Birliği, retinol, retinil asetat ve retinil palmitat gibi A vitamini türevlerinin kozmetikte kullanılma sınırlarını revize etmiştir. Retinol eşdeğerlerinin güvenli konsantrasyonları vücut losyonlarında %0,05, diğer durulanmayan ve durulanan ürünlerde (güneş kremleri, kırışıklık karşıtı kremler, göz kremi vb.) ise %0,3 ile sınırlandırmıştır. Ayrıca, A vitamini içeren ürünlerin etiketlerinde, tüketicilerin günlük A vitamini alımını dikkate almaları gerektiği konusunda uyarı bulunması zorunlu kılınmıştır.1 Kasım 2025'ten itibaren bu maddeleri içeren ve koşullara uymayan kozmetik ürünler AB pazarında yer alamayacak ve 1 Mayıs 2027'den itibaren piyasada bulundurulmasına izin verilmeyecektir(11). Retinol İçeren Ürünleri Kullanırken Dikkat Edilmesi Gereken 5 Önemli Nokta Birçok kimyasal gibi retinolün de kullanılması esnasında dikkat edilmesi gereken noktalar vardır. Retinol kullanımı kolay ve etkili bir bileşen olsa da dikkatsiz kullanıldığında ciltte istenmeyen sorunlara yol açabilmektedir. Bu nedenle retinol içeren ürünleri kullanırken dikkat edilmesi gereken önemli noktaları sizinle paylaşmak isteriz. İlk öncelikle cildinizi iyi tanımanız gerekmektedir. Hassas veya atopik cildiniz var ise kullanacağız konsantrasyon değişecektir. Cildinizin ihtiyacı olan ürünü ve konsantrasyonu bulmak için sabırlı olmanız ve en düşük konsantrasyona sahip ürünlerden başlamanız gerekmektedir. Düşük konsantrasyonla başladığınız gibi haftada 1 veya 2 kez kullanarak başlamanız gerekmektedir. Cildiniz alıştıkça konsantrasyonu arttırmadan önce kullanma sıklığınızı arttırabilir ve süreci takip edebilirsiniz. Ürünü kullanırken cildinizi nemlendirmeyi unutmamalısınız. Remedium SOS Onarıcı Bakım Kremi’ni denemek isteyebilirsiniz. Ürünleri gece kullanmanız ve sabah olduğunda mutlaka yüksek korumalı güneş kremi kullanmanız gerekmektedir. Daha önce kullanmadığınız için cildinizi iyi takip etmeniz, tahriş edici diğer ürünlerde aynı anda kullanmamalı ve aşırı tahriş olma durumunda kullanmayı bırakıp doktora görünmeniz gerekmektedir. Retinol içeren ürünleri bu şekilde kullanmak ciltteki tahrişi azaltır ve etkin sonuçlar almanızı sağlar(12). Hassas Ciltler İçin Retinol Alternatifleri ve Doğal Çözümler Özellikle de hassas cilde sahip insanlar için retinol bazı istenmeyen yan etkilere sebep olabilmektedir. İlk sırada cilt tahrişi geliyor. Sık ve yüksek dozla kullanılmasa bile hassas ciltli insanlarda retinol kızarıklığa, tahrişe ve hatta soyulmaya neden olabilmektedir. Bunun dışında güneşe karşı aşırı hassasiyet de söz konusudur. Eğer yüksek konsantrasyona sahip retinol ürününü sıklıkla kullanıyorsanız hassas bir cildiniz olmasa bile bu şekildeki kullanım da aynı sorunlara neden olabilecektir. Neyse ki, istenmeyen yan etkiler olmadan benzer faydalar sunan retinole birkaç alternatif var. Retinolü denediyseniz ancak çok sert bulduysanız işte hassas ciltler için birkaç retinol alternatifi: 1. Bakuchiol Babchi (Psoralea corylifolia) bitkisinin tohumlarından elde edilen bakuchiol, retinole doğal bir alternatif olarak popülerlik kazanmıştır. Temiz cilt bakımının yükselişi ve popülerliğiyle birlikte, Bakuchiol, kolajen üretimini uyararak ve hücre yenilenmesini destekleyerek retinole benzer şekilde çalışır ancak bununla ilişkili tahrişe neden olmaz. Bakuchiol cilde naziktir ve bu da onu hassas cilt tipleri için uygun hale getirir. 2. Alfa Hidroksi Asitler (AHA'lar) Glikolik asit ve laktik asit gibi AHA'lar, ölü deri hücreleri arasındaki bağları çözerek alttaki daha pürüzsüz, daha parlak cildi ortaya çıkaran kimyasal peelinglerdir. Cilt dokusunu iyileştirmeye, koyu lekelerin solmasına ve ince çizgilerin ve kırışıklıkların görünümünü azaltmaya yardımcı olurlar(9). AHA içeren ürünlerin etkinliğine dair klinik kanıtlar, hafif akne veya akneye eğilimli ciltler ve yaşlanan ciltler, özellikle fotoyaşlanmış ciltler için etkili olabileceğini göstermiştir(13). AHA'lar retinolden daha az tahriş edicidir ve temizleyicilerde, toniklerde ve serumlarda bulunabilir. 3. C Vitamini C vitamini, cildi aydınlatmaya, koyu lekeleri azaltmaya ve çevresel hasara karşı korumaya yardımcı olan güçlü bir antioksidandır. Kolajen sentezini destekler ve cilt parlaklığını artırır. C vitamini çoğu cilt tipi tarafından iyi tolere edilir ve serumlarda ve kremlerde bulunabilir. 4. Niasinamit (B3 Vitamini) Niasinamit, yağ üretimini düzenlemeye, gözenekleri küçültmeye ve cilt bariyerini güçlendirmeye yardımcı olan çok yönlü bir bileşendir. Düzensiz cilt tonunu iyileştirebilir, kızarıklığı azaltabilir ve iltihabı yatıştırabilir. Niasinamit tahriş edici değildir ve hassas ciltler tarafından iyi tolere edilir (9). 5. Azelaik Asit Topikal uygulamada azelaik asit iyi tolere edilir ve yan etkiler genellikle hafif ve geçici lokal tahrişle sınırlıdır. Bu nedenle, tek başına veya diğer kimyasallarla birlikte kullanılan topikal azelaik asidin, akne ve en önemlisi melazma olmak üzere çeşitli hiperpigment bozuklukların tedavisinde değerli olduğu görülmüştür(14). Retinol Kullanımında Sık Yapılan Hatalar ve Çözüm Önerileri Retinol kullanımında sık yapılan hatalara bakacak olursak ürünü kullanmaya ilk başlandığında yüksek dozla başlamak ve yeni başlanan ürünler için önerilen kullanım sıklığından daha sık kullanmak, retinol gibi cildi tahriş edebilecek ürünleri kullanırken nemlendirici ve yüksek korumalı güneş kremleri kullanmamak, ürünü gece değil gündüz kullanmak ve beraber kullanılmaması gereken ürünlerle kombine etmek sık yapılan hatalardandır. Bu gibi durumlarda retinol cildi tahriş edebilir ve hassasiyet oluşturabilir. Bu gibi hatalar için çözüm önerileri olarak düşük konsantrasyonlu retinol ürünleri ile başlamak ve haftada 1 veya 2 kez kullanmak, nemlendirici ve yüksek korumalı güneş kremleri kullanmayı ihmal etmemek, ürünleri gece kullanmak gerekmektedir. Etkiyi görebilmek için en az 2 hafta boyunca kullanılması gerektiğinin bilincinde olmak ve sabretmek gereklidir.  Eğer bütün bu unsurlara dikkat etmenize rağmen cilt hassasiyeti ve iritasyonu gözlemliyor iseniz ürünü kullanmayı bırakıp dermatologla görüşmeniz en doğrusu olacaktır(12). Retinol ve Diğer Aktif İçerikler: Hangi Ürünlerle Birlikte Kullanılmamalı? Retinol ciltte hassasiyet ve güneşe karşı duyarlılığı arttırabildiği için diğer hassasiyet oluşturabilecek kimyasallarla aynı anda kullanılması önerilmez. İşte retinol ile birlikte kullanılmaması gereken aktif içerikleri sizin için derledik. Retinole alternatif olarak daha önce ifade ettiğimiz bileşiklerden alfa hidroksi asitlerin herhangi bir üyesi veya azaleik asit, retinol ile aynı anda kullanılmaz. Bu kimyasalların retinol ile benzer bir çalışma şekli olduğu için beraber kullanılması durumunda cildi daha çok tahriş edecektir. Bunların dışında akne tedavisi için sıklıkla kullanılan salisilik asidin de retinol ile beraber kullanılmaması gereklidir. Sadece salisilik asit değil diğer beta hidroksi asit grubundaki bileşiklerin de retinol ile beraber kullanılmaz. Bunlarla beraber retinol ve C vitaminlerinin topikal uygulamasının hem kronolojik hem de fotoyaşlanmanın neden olduğu cilt değişikliklerini en azından kısmen tersine çevirebildiğini göstermiştir(15). C vitamini cildi çevresel saldırganlardan korurken retinol cildi onardığı ve yeniden inşa ettiği için, günün zıt saatlerinde en iyi şekilde kullanılırlar(16). Ayrıca niasinamidin cilt tahrişi yapmayan hafif bir içerik olması nedeniyle de retinol ile beraber kullanılması sorun teşkil etmeyecektir. KAYNAKÇA1.    Gallo R. L. (2017). Human Skin Is the Largest Epithelial Surface for Interaction with Microbes. The Journal of investigative dermatology, 137(6), 1213–1214. https://doi.org/10.1016/j.jid.2016.11.045. 2.    Harris, T. A., Gattu, S., Propheter, D. C., Kuang, Z., Bel, S., Ruhn, K. A., Chara, A. L., Edwards, M., Zhang, C., Jo, J. H., Raj, P., Zouboulis, C. C., Kong, H. H., Segre, J. A., & Hooper, L. V. (2019). Resistin-like Molecule α Provides Vitamin-A-Dependent Antimicrobial Protection in the Skin. Cell host & microbe, 25(6), 777–788.e8. https://doi.org/10.1016/j.chom.2019.04.004.  3.    Temova Rakuša Ž, Škufca P, Kristl A, Roškar R. Quality control of retinoids in commercial cosmetic products. J Cosmet Dermatol. 2021; 20: 1166–1175. https://doi.org/10.1111/jocd.13686 4.    Wang, Y., Zhang, Q., Wei, Y., Cai, X., Li, Z., Wu, Q., Zhang, X., Deng, C., Shu, P., & Xiang, Q. (2024). Retinol semisolid preparations in cosmetics: transcutaneous permeation mechanism and behaviour. Scientific reports, 14(1), 22793. https://doi.org/10.1038/s41598-024-73240-y 5.    Krombholz, R., Fressle, S., & Lunter, D.(2022). Ex vivo—In vivo correlation of retinol stratum corneum penetration studies by confocal Raman microspectroscopy and tape stripping. Int J Cosmet Sci. 44: 299–308. doi:10.1111/ics.12775. 6.    Wang, Y., Zhang, Q., Wei, Y. et al. Retinol semisolid preparations in cosmetics: transcutaneous permeation mechanism and behaviour. Sci Rep 14, 22793 (2024). https://doi.org/10.1038/s41598-024-73240-y.  7.    Spierings N. M. K. (2021). Evidence for the Efficacy of Over-the-counter Vitamin A Cosmetic Products in the Improvement of Facial Skin Aging: A Systematic Review. The Journal of clinical and aesthetic dermatology, 14(9), 33–40. 8.    Ye, Y., Li, Y., Xu, C., & Wei, X. (2023). Improvement of mild photoaged facial skin in middle-aged Chinese females by a supramolecular retinol plus acetyl hexapeptide-1 containing essence. Skin health and disease, 3(4), e239. https://doi.org/10.1002/ski2.239 9.    Mamelak, A. (2024). Can’t Tolerate Retinol? Try These 6 Great Alternatives. Westlake Dermatology & Cosmetic Surgery Web Site. https://www.westlakedermatology.com/blog/retinol-alternatives/, 16.03.2025. 10.    Pandey, A. in Solid Lipid Nanoparticles: A Multidimensional Drug Delivery System. 249–295 (2020). 11.    SCCS (Scientific Committee on Consumer Safety), revision of the scientific Opinion (SCCS/1576/16) on vitamin A (Retinol, Retinyl Acetate, Retinyl Palmitate), preliminary version of 10 December 2021, final version of 24-25 October 2022, SCCS/1639/21. 12.    ?. (2021). Retinol Hakkında İpuçları: Cilde Faydaları ve Etkilerini En Üst Düzeye Çıkarma. Korendy Web Site. https://www.korendy.com.tr/blogs/korendy-blog/retinol-hakkinda-i%CC%87puclari-cilde-faydalari-ve-etkilerini-en-ust-duzeye-cikarma, 16.03.2025. 13.    Babilas, P., Knie, U. and Abels, C. (2012), Cosmetic and dermatologic use of alpha hydroxy acids. JDDG: Journal der Deutschen Dermatologischen Gesellschaft, 10: 488-491. https://doi.org/10.1111/j.1610-0387.2012.07939.x 14.    Fitton, A., & Goa, K. L. (1991). Azelaic acid. A review of its pharmacological properties and therapeutic efficacy in acne and hyperpigmentary skin disorders. Drugs, 41(5), 780–798. https://doi.org/10.2165/00003495-199141050-00007 15.    Seité S., Bredoux C., Compan D., Zucchi H., Lombard D., Medaisko C., Fourtanier A. Histological evaluation of a topically applied retinol-vitamin C combination. Skin Pharmacol. Physiol. 2005;18:81–87. doi: 10.1159/000083708. 16.    Migala, J. (2025). 6 Skin-Care Ingredient Combinations That Don’t Mix. Everyday Health Web Site. https://www.everydayhealth.com/skin-beauty/skin-care-ingredient-combinations-that-dont-mix/, 16.03.2025.

Devamını oku
Çocuklarda Kıl Kurdu ve Bağırsak Parazitleri: Belirtiler ve Doğal Tedavi Yöntemleri - ya da multicosmetics

Çocuklarda Kıl Kurdu ve Bağırsak Parazitleri: Belirtiler ve Doğal Tedavi Yöntemleri

Parazit, bir başka organizmanın üzerinde veya içinde yaşayan ve konağa herhangi bir fayda sağlamayan, genellikle de ona zarar veren bir organizmadır. Ancak yaygın tıbbi kullanımda, 'parazit' terimi bakteriler veya virüslerden ziyade protozoalar, helmintler veya böcekler için kullanılır. [1] Kıl kurtlarının çocuklarda kilo alamama, uykusuzluk, uykuya dalamama veya uyanma ve uyanamama problemlerine yol açtığını gözlemsel olarak biliyoruz. Anüs çevresinde kaşıntı, ağızdan özellikle kahverengi su gelmesi, burun kökünde ve gözlerde kaşıntı ve sürekli ovuşturma isteği, ısırmaya meyilli olmak gibi durumlar gözlemsel olarak şüphe ettirecek durumlar arasında yer almaktadır. Kıl Kurtlarının Çocuklarda Görülen Belirtileri ve Etkileri Kıl kurtları (Enterobius vermicularis), özellikle çocuklarda yaygın olarak görülen kıl kurtları belirtileri bağırsak parazitlerindendir. En sık görülen belirtileri arasında geceleri artan anal kaşıntı, huzursuz uyku, karın ağrısı, iştahsızlık ve dışkıda küçük beyaz kurtların görülmesi yer alır. Enfeksiyon, otoenfeksiyon ve hijyen eksikliği nedeniyle kolayca yayılabilir, bu da okul başarısını ve sosyal hayatı olumsuz etkileyebilir. Tedavi sürecinde tüm aile bireylerinin ilaç kullanması ve hijyen kurallarına dikkat etmesi gereklidir. [2] Parazitler ve Psikolojik Etkiler: Dolunay Dönemindeki İlişki Bağırsak parazitleri, vücutta yalnızca fiziksel değil, psikolojik etkiler de yaratabilir; anksiyete, sinirlilik, uyku bozuklukları ve dikkat dağınıklığı gibi semptomlara neden olabilir. Bazı araştırmalar, dolunay dönemlerinde parazit aktivitesinin artığını ve bu süreçte enfekte bireylerin semptomlarının şiddetlenebileceğini öne sürmektedir. Melatonin seviyelerindeki değişimler ve uyku düzensizlikleri, bireylerin ruh halinde dalgalanmalara yol açarak ilişkilerde gerginlik yaratabilir. Bağırsak sağlığı ve düzenli parazit temizliği hem psikolojik dengeyi hem de sosyal ilişkileri olumlu yönde etkileyebilir. Evde Uygulanabilecek Etkili Antiparazitik Halk İlaçları Sarımsağın vajinal enfeksiyonlar ve parazit kaynaklı sorunlar için kullanımı, halk tıbbında özellikle Avrupa’da dahi yaygın bir uygulamadır. Bu yöntemde, sarımsak doğrudan değil, bir gazlı beze sarılarak anüsten içeri uygulanır. Gazlı bezin sarılması, sarımsağın doğrudan mukoza ile temas etmesini önleyerek olası tahriş ve yanma hissini minimize eder. Özellikle geçmeyen vajinal enfeksiyonların parazitlerle bağlantılı olduğu durumlarda, bu uygulamanın faydalı olabileceği düşünülmektedir. Ancak, dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, sarımsağın mutlaka gazlı beze sarılarak kullanılmasıdır. Hatta, daha kontrollü bir kullanım için, gazlı beze sarılan sarımsak tampon benzeri bir formda hazırlanmalı ve ipin bir kısmı dışarıda bırakılmalıdır. Bu, uygulamanın ardından çıkarılmasını kolaylaştırarak olası rahatsızlıkları önlemeye yardımcı olur. Her ne kadar bu yöntem halk arasında yaygın olarak kullanılsa da tıbbi olarak her durumda güvenli olduğu kesinleşmiş bir tedavi yöntemi değildir. Bu nedenle, böyle bir uygulama düşünülüyorsa öncesinde bir sağlık profesyoneline danışılması önerilir. [3] YA DA Doğu bölgelerimizde kırmızı biber ve sarımsak, et ağırlıklı beslenmenin yaygın olduğu mutfak kültürünün temelini oluşturur. Bunun nedeni, her iki besinin de parazitlere karşı doğal bir koruma sağlamasıdır. Kırmızı biber, içerdiği kapsaisin sayesinde bağırsak parazitlerini öldürür ve sindirimi hızlandırır. Sarımsak ise allisin bileşiği ile güçlü bir doğal antibiyotik gibi çalışarak parazitlerin çoğalmasını engeller. Bu geleneksel beslenme alışkanlığı, yalnızca lezzet sağlamakla kalmaz, aynı zamanda sindirim sağlığını koruyucu bir etki de gösterir. [4] YA DA Yine kebap yemeklerinden sonra karanfil çiğnenmesi bir alışkanlıktır ve burada da görüyoruz ki; karanfilin antiparazitik etkisi, çay olarak tüketilmesi veya çiğnenmesi içerdiği uçucu yağlar nedeniyle parazitleri öldürmede ve yumurtalarını yok etmede etkilidir. [5] Pelin otu, çay olarak tüketildiğinde bazı parazitlere karşı etkili olabilir ancak yüksek dozlarda zehirli olabilir ve karaciğer ile böbrek üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Yuvarlak kurt gibi parazitlere karşı sonuç alınamıyorsa, pelin otu alternatif bir seçenek olarak düşünülebilir fakat kullanmadan önce mutlaka bir sağlık profesyoneline danışılmalıdır. Sarımsak Uygulamaları ve Parazit Tedavisindeki Yeri Sarımsak, antibakteriyel ve antiparazitik özelliklere sahip olup, bağırsak parazitleri ve yuvarlak kurtlar gibi enfeksiyonlara karşı etkili olabilir. Allicin bileşiği, parazitlerin çoğalmasını engelleyebilir ve bağışıklık sistemini güçlendirebilir. Sarımsak, çiğ, yağ veya kapsül şeklinde kullanılabilir ancak yüksek dozda mide rahatsızlıkları ve diğer yan etkiler görülebilir. Sarımsak kullanmadan önce bir doktora danışmak önemlidir. [6] Limon Çekirdeği-Bal Karışımı: Çocuklar İçin Uygun Parazit İlacı Limon çekirdeği ve bal, doğal antiparazitik özellikleriyle bilinen iki bileşendir ve özellikle çocuklar için daha yumuşak ve güvenli bir alternatif tedavi yöntemi olarak değerlendirilmektedir. Limon çekirdeği, içeriğinde bulunan doğal bileşikler sayesinde parazitlerin bağırsaklara tutunmasını engelleyerek sindirim sisteminden atılmalarına yardımcı olabilir. Bal ise antibakteriyel ve bağışıklık destekleyici özellikleri sayesinde sindirim sistemini koruyarak parazit kaynaklı rahatsızlıkları hafifletebilir. Parazitlerin larvadan çıkmaları ile her şey yeniden başlayacağı için 2 ay boyunca düzenli; limon çekirdeklerinin kabuğunun soyulup (5 adet) 1 tatlı kaşığı bal ile karıştırılması önerilir. Bu çok iyi bir parazit ilacıdır ve çocuklar için içimi kolaydır. Antiparazitik Etkili Bitkiler ve Doğru Kullanımları Bağırsak parazitleriyle doğal yollarla mücadelede sarımsak, pelin otu, kabak çekirdeği, karanfil, zencefil, zerdeçal, hindistancevizi yağı ve elma sirkesi gibi bitkiler etkili olabilir. Sarımsak ve pelin otu parazitleri öldürmeye yardımcı olurken, kabak çekirdeği parazitleri felç ederek atılmalarını sağlar. Karanfil, parazit yumurtalarını yok ederek yeniden oluşabilecek enfeksiyonu önler. Zencefil ve zerdeçal sindirimi desteklerken, hindistan cevizi yağı bağırsak florasını koruyarak parazitlerin çoğalmasını engeller. Elma sirkesi ise bağırsak pH dengesini düzenleyerek parazitlerin yaşamasını zorlaştırır. Bu bitkisel çözümler, bilinçli ve ölçülü şekilde kullanılmalı, özellikle çocuklar ve kronik hastalığı olanlar doktor kontrolünde tüketmelidir. Fitoterapötik olarak en çok bilinenler; kabak çekirdeği tohumları, özellikle tenya gibi bağırsak parazitleriyle mücadelede kullanılır. Çiğ olarak yenebilir veya çay şeklinde de tüketilebilir. Nasıl etki eder; kabak çekirdeği, cucurbitin adlı bir bileşik içerir, bu bileşik parazitlerin felç olmasına ve bağırsaklardan dışarı atılmasına yardımcı olur. [7,8] Kabak Çekirdeği ve Karanfil: Güçlü Parazit Karşıtları Kabak çekirdeği ve karanfil, güçlü doğal parazit karşıtı özelliklere sahip bitkilerdir. Kabak çekirdeği, cucurbitin bileşiği sayesinde parazitlerin hareketini engelleyerek bağırsaklardan atılmalarını sağlar, ayrıca antienflamatuar etkilere sahiptir. Karanfil, eugenol bileşiği ile parazitleri öldürüp, çoğalmalarını engeller ve antimikrobiyal özellikler gösterir. Her ikisi de sindirimi destekler ve bağışıklık sistemini güçlendirir. Ancak yüksek dozda kullanımları yan etkilere yol açabileceği için dikkatli kullanılmalı ve bir sağlık uzmanına danışılmalıdır. [9,10] Ceviz Kabuğu Ekstreleri ve Antiparazitik Özellikleri Siyah ceviz kabuğunun sıvı ekstre olarak tüketilmesi de Rusya ve Doğu bloğunda çok yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Bunun nedeni ise içeriğindeki juglon bileşiği, parazitleri ve diğer bağırsak patojenlerini yok edebilmektedir. Daha güçlü bir etki ise yeşil ceviz kabuklarından sağlanabilmektedir. İçeriğinde papaya özütü (içeriğindeki papain enzimi nedeniyle) ve üzüm çekirdeği gibi bileşenleri olan ve çoklu yaklaşımla multikozmetik etki sunan bir ağız bakım ürünü kullanmak bu açıdan oldukça yararlı olabilmektedir. Alternatif Tedavi Yöntemleriyle Parazit Mücadelesi Alternatif tedavi yöntemleriyle parazit mücadelesinde bitkisel çözümler, beslenme düzeni, doğal takviyeler ve detoks yöntemleri etkili olabilmektedir. Sarımsak, pelin otu, kabak çekirdeği ve karanfil gibi bitkiler parazitleri öldürücü etkileri ile bilinmektedir. Fermente gıdalar ve lifli besinler bağırsak sağlığını desteklerken, şeker ve işlenmiş gıdalardan kaçınmak parazitlerin çoğalmasını engelleyebilmektedir. Hindistan cevizi yağı, elma sirkesi, zencefil ve zerdeçal gibi doğal takviyeler ise bağırsak temizliğini desteklemektedir. Detoks ve aralıklı oruç ise sindirim sistemini dinlendirerek parazitlerin vücuttan atılmasına katkı sağlayabilmektedir. [12] ÖNEMLİ NOT: Yukarıda paylaşılan bilgiler sağlık önerisi değildir. Bilgilendirme amaçlıdır. Uygulamalardan önce doktora veya eczacınıza danışmanız önerilmektedir.   Kaynakça1.    Chifunda K, Kelly P. Parasitic infections of the gut in children. Paediatr Int Child Health. 2019 Feb;39(1):65-72. doi: 10.1080/20469047.2018.1479055. Epub 2018 Aug 22. PMID: 30132736.2.    Özcel MA, Özbel Y, Ak M. Özcel’in Tıbbi Parazit Hastalıkları. Meta Basım, İzmir; 2007.3.    Cortés A, García-Ferrús M, Sotillo J, Guillermo Esteban J, Toledo R, Muñoz-Antolí C. Effects of dietary intake of garlic on intestinal trematodes. Parasitol Res. 2017 Aug;116(8):2119-2129. doi: 10.1007/s00436-017-5511-1. Epub 2017 May 23. PMID: 28536879.4.    Satheesh, N., & Mujeeburahiman, M. (2020). Antiparasitic properties of capsaicin in the human gut microbiome. Journal of Ethnopharmacology, 249, 112-350. https://doi.org/10.1016/j.jep.2020.1123505.    Islamuddin M, Sahal D, Afrin F. Apoptosis-like death in Leishmania donovani promastigotes induced by eugenol-rich oil of Syzygium aromaticum. J Med Microbiol. 2014 Jan;63(Pt 1):74-85. doi: 10.1099/jmm.0.064709-0. Epub 2013 Oct 25. PMID: 24161990.6.    Liu, Q., & Chen, J. (2012). The effects of garlic on intestinal parasites: A review. Journal of Medicinal Food, 15(7), 602-607. https://doi.org/10.1089/jmf.2011.02297.    Dotto, J. M., & Chacha, J. S. (2020). The potential of pumpkin seeds as a functional food ingredient: A review. Scientific African, 10, e00575. https://doi.org/10.1016/j.sciaf.2020.e005758.    Li T, Ito A, Chen X, Long C, Okamoto M, Raoul F, Giraudoux P, Yanagida T, Nakao M, Sako Y, Xiao N, Craig PS. Usefulness of pumpkin seeds combined with areca nut extract in community-based treatment of human taeniasis in northwest Sichuan Province, China. Acta Trop. 2012 Nov;124(2):152-7. doi:10.1016/j.actatropica.2012.08.002. Epub 2012 Aug 11. PMID: 22910218.9.    Khan, A., Iqbal, Z., & Muhammad, G. (2006). Anthelmintic activity of pumpkin seeds against gastrointestinal nematodes in sheep. Journal of Medicinal Food, 9(2), 125-129.10.    Khan, M. A., et al. (2016). Clove (Syzygium aromaticum) and its potential applications in medicine and antimicrobial therapy: A review. Pharmacognosy Reviews, 10(20), 62-71.11.    Okeniyi JA, Ogunlesi TA, Oyelami OA, Adeyemi LA. Effectiveness of dried Carica papaya seeds against human intestinal parasitosis: a pilot study. J Med Food. 2007 Mar;10(1):194-6. doi: 10.1089/jmf.2005.065. PMID: 17472487. 12.    Irum, S., Khan, M. A., & Perveen, T. (2020). Anthelmintic potential of medicinal plants against gastrointestinal parasites – A review. Journal of Ethnopharmacology, 249, 112399. [https://doi.org/10.1016/j.jep.2020.112399]  

Devamını oku
Gebelik ve Emzirme Döneminde Kozmesötik Kullanımı: Güvenlik ve Etkinlik - ya da multicosmetics

Gebelik ve Emzirme Döneminde Kozmesötik Kullanımı: Güvenlik ve Etkinlik

Kozmesötikler Nedir? Tanımlar ve Yasal Düzenlemeler FDA kozmetik ürünü “Dökülmek, serpilmek, ovulmak veya başka herhangi bir şekilde uygulanmak suretiyle vücudun veya vücudun herhangi bir kısmının temizlenmesi, güzelleştirilmesi, cazibesinin arttırılması veya görünüşünün değiştirilmesi amacı ile uygulanan preparatlar ve bunların hazırlanması için kullanılan maddelerdir.” şeklinde tanımlamaktadır. Kozmesötikler ise cilde uygulandığında fizyolojik süreçlere etki eden bitki veya bitki ekstrelerini içerebilen maddelerdir [1]. İlaç ile kozmetik ürün arasındaki ara ürün olarak ifade edilebilir. Kozmesötikler ile ilgili yasal düzenlemeler incelendiğinde, FDA kozmesötik ürünleri ilaç kategorisinde kabul etmemektedir. Bu ürünler, herhangi bir kontrol, test veya onaya tabi olmaksızın, etikette içeriği belirtilmiş olmak koşuluyla üretilip reçetesiz olarak satılabilir [2]. Alman E Komisyonu bitkiler ile ilgili olan çalışmaları inceleyip güvenlik ve etkinliklerini değerlendiren bir komisyondur. Bu komisyon tarafından yayımlanan monograflarda kozmesötiklerin onay alıp almadığını, kozmesötiklerin kullanımı, endikasyonu, yan etkileri, diğer ilaçlarla ya da kozmesötiklerle etkileşimi, gebelik ve laktasyonda kullanımı hakkında bilgiler yer almaktadır [3]. Bir diğer kaynak olan EMEA (European Medicines Agency/ Avrupa İlaç Dairesi) tarafından hazırlanan ve bitkiler üzerinde yapılan bilimsel çalışmaların incelendiği monograflarda, güvenlik ve etkinlik profillerini değerlendirilmiştir. Bu monograflarda da Komisyon E’ye benzer şekilde kozmesötikler ile ilgili bilgiler bulunmaktadır [4]. Gebelik Döneminde Kozmesötik Kullanımının Yaygınlığı ve Nedenleri Günümüzde gebelikte kozmesötik kullanım yaygınlığı giderek artış göstermektedir. Gebelik ve emzirme dönemindeki kadınlar kloazma, stria gravidarum, akne vulgaris, kserosis, palmar eritem, hirsutizm, postpartum telogen effluvium gibi sağlık problemleri nedeniyle kozmesötik ürün kullanmayı tercih etmektedir [5]. 400 hamile kadın arasında yapılan bir çalışmada 144’ünün kozmesötik ürün kullandığı ve her birine ortalama 1,7 ürün düştüğü belirlenmiştir. Gebelikte karşılaşılan dermatolojik sorunlarla baş edebilmek adına güvenli buldukları kozmesötik ürünleri daha rahat bir şekilde tercih etmektedirler. Fakat bu kozmesötik ürünlerin çoğunlukla arkadaş veya aile tavsiyesi üzerine kullanıldığı ayrıca ürünlerin güvenlikleri ile ilgili bilgi eksikliği olduğu tespit edilmiştir [6]. Bu bilgi eksikliğinin giderilmesi için hastalar sağlık profesyonelleri tarafından bilgilendirilmeli ve gebelikte güvenli kozmesötik ürünlerin tercih edilmesi sağlanmalıdır. Gebelik ve emzirme dönemi, kadınların hayatlarında özel yere sahip olan vücudun birçok fizyolojik değişimden geçtiği ve hassasiyetlerin belirgin hale geldiği dönemlerdir. Bu sebeple, bu dönemlerde kullanılan ürünlerin içeriği büyük önem taşımaktadır. Bu durumda, kozmesötik ürün seçimi hem gebelikte hem de emzirme döneminde hem sağlık hem de estetik açısından özellikle dikkat edilmesi gereken bir konudur. Emzirme döneminde cilt bakımı, annenin cilt sağlığını desteklemenin yanı sıra, bebeği de göz önünde bulundurmak gerektiği için ekstra dikkat gerektirmektedir. Ayrıca, hamilelikte cilt bakım ürünleri güvenliği, bu dönemde kullanılan kozmesötiklerin içeriklerinin sağlıklı ve güvenilir olmasını gerektirmektedir. Kozmesötik ürünler, cilt bakımının ötesinde tedavi edici özellikler de taşıyan ürünler olduğundan yanlış kullanımda istenmeyen etkilere yol açabilmektedir. Bu yazımızda, gebelik ve emzirme döneminde kozmesötiklerin güvenliği ve etkinliği üzerine merak edilenleri ele alacağız. Kozmesötikler Hakkında Yanlış Bilinen Efsaneler ve Gerçekler Kozmesötikler hakkında yaygın olarak bazı efsaneler bulunmaktadır ve bu yanlış bilgiler, hamile ve emziren kadınların güvenli ve etkili ürünler seçmelerini engellemektedir. Bu efsanelerden en yaygını, doğal olan bileşenlerin her zaman güvenli olduğu düşüncesidir. Doğal bir maddenin uzun yıllarca kullanması hem anne hem bebek için güvenli olduğu anlamına gelmemektedir. Ayrıca bitki ve bitki ekstrelerinden üretilen ürünler FDA tarafından onay almamaktadır. Ürünlerin reçetesiz satılması da göz ardı edilmemelidir. Ürünün kullanıcıya zarar vermesi durumunda güvensiz olduğu kabul edilmektedir. “Doğal Olan Güvenlidir” Yanılgısı ve Gerçekler Kozmesötik ürünler hakkında efsane gerçeklerden birisi de “Doğal olan güvenlidir” yanılgısıdır. Doğada birçok bitki bulunmaktadır fakat bazıları oldukça zehirlidir. Bu zararlı bitkilerin birçok yan etkisi olabilmektedir veya alerjik reaksiyonlara da neden olabilmektedir. Doğal kozmetikler hamilelikte güvenilir gibi gözükse bile her bileşenin zararsız olmadığı unutulmamalıdır. İçeriğinde etkili ve güvenilir bileşenlere sahip olduğu kanıtlanmış ürünlerin tercih edilmesi önemlidir [5], [7], [8]. Kozmesötikler ve İlaç Etkileşimleri Çoğu insan ilaçlar ile kozmesötiklerin beraber kullanılmasının sorun yaratmayacağını düşünmektedir. Rutin kullanılan ilaçlar ile bitki veya bitki ekstrelerini birlikte kullanmamak gerekir. Çünkü kullanılan bitki ve bitki ekstreleri ilacın emiliminin artmasına veya azalmasına sebep olabilmektedir. Bu durumda ilacın kan konsantrasyon seviyelerinde değişiklikler gözlenebilmektedir. Kozmesötik ilaç etkileşimleri, özellikle cilt tedavisi için kullanılan ürünler sistemik ilaçlarla kullanıldığında istenmeyen yan etkiler ortaya çıkabileceği için sağlık profesyonellerinden destek almak oldukça önemlidir [5], [7]. Gebelikte Sık Görülen Dermatolojik Sorunlarda Kullanılan Kozmesötikler Gebelik süresince anne, fetüsün normal büyümesini ve gelişimini sağlamak amacıyla bazı fizyolojik ve patolojik değişikliklere uğramaktadır. Yaygın görülen fizyolojik değişiklikler arasında linea nigra, fibroepitelyal polipler, stria gravidarum, palmar eritem ve pruritis gravidarum bulunmaktadır. Patolojik olan değişiklikler ise gebeliğe özgün dermatozlar (PSD) olarak bilinmektedir. PSD’lerin sınıflandırılması cilt özelliklerine, immünopatolojiye, histopatolojiye ve hamilelik içindeki zamanlamaya göre yapılmaktadır. PSD’ler atopik gebelik döküntüsü (AEP), polimorfik gebelik döküntüsü (PEP), gebeliğin intrahepatik kolestazı (ICP) ve pemfigoid gestasyonis (PG) olarak bilinmektedir [9]. Gebelik döneminde yaygın olarak karşılaşılan dermatolojik sorunlar arasında kloasma, stria gravidarum ve akne vulgaris sıkça gözlenmektedir. Vitis vinifera (Grape Seed/Üzüm Çekirdeği) ekstresi, Pinus pinaster (Fransız Deniz Çam Ağacı) ekstresi, Centella asiatica (Gotu Kola) ekstresi, kakao yağı, zeytinyağı, Melaleuca alternifolia (Tea Tree Oil/Çay Ağacı Yağı), tanen, Vitex agnus castus (Chasteberry/Hayıt Meyvesi) ekstresi içeren kozmesötik ürünler bu fizyolojik değişikliklerde yaygın kullanılmaktadır [5]. Kloazma Tedavisinde Üzüm Çekirdeği ve Fransız Deniz Çam Ağacı Ekstreleri Kloazma ciltteki pigmentasyon değişiklikleri sonucu görülen kahverengi lekelerle karakterize bir cilt hastalığıdır. Bir diğer adıyla ‘hamilelik maskesi’ olarak da bilinmektedir. Kloazma hamile kadınların %50-70’inde görülen bir sorundur [10]. Bu nedenle kloazma tedavisi hamilelikte önem arz etmektedir. Üzüm çekirdeği ekstresi gebelikte topikal olarak antioksidan, antiinflamatuvar, antikarsinojenik özelliklerinden dolayı tercih edilmektedir [11]. Kloazma tedavisinde proantosiyanidin bakımından zengin olan Üzüm Çekirdeği Ekstresi kullanılması sonucu melanin biyosentezinin ve UV kaynaklı hiperpigmentasyonun azaldığı gözlenmiştir [12]. Diğer bir çalışmada ise üzüm çekirdeği ekstresinin 12 kloazması olan kadınlardaki etkisi incelendiğinde ekstrenin oral alımının yüzdeki kloazma hiperpigmentasyonunu başarılı bir şekilde iyileştirdiğini gözlenmiştir [13]. Fransız Deniz Çam Ağacı Ekstresi proantosiyanidinler, monomerik fenolik bileşikler ve fenolik asitler içeren Pinus pinaster kabuğunun standartlaştırılmış özütüdür. Yapılan in vitro çalışmalar sonucunda C vitamini ve E vitaminine göre daha güçlü olduğu kanıtlanmıştır. 30 kloazmalı kadında yapılan bir çalışmada, kadınlara 30 gün boyunca Fransız Deniz Çam Ağacı Ekstresi içeren tabletler verilmiştir. Tedavi sonucunda melazmayı belirgin şekilde azalttığı tespit edilmiştir [14]. Stria Gravidarum İçin Kullanılan Bitkisel Ürünler ve Etkinlikleri Stria gravidarum hamilelik çatlakları olarak bilinmekte ve gebelik dönemindeki kadınların yarısından fazlasında görülmektedir [15]. Çoğu kadın şikayetçi olduğu bu duruma karşı Centella asiatica (Gotu Kola) ekstresi, kakao yağı ve zeytinyağı gibi çatlak önleyici bitkisel ürünler kullanmaktadır. Ancak stria gravidarumun doğal tedavisinde bu bitkisel ürünlerin ne kadar etkili oldukları tartışmalıdır çünkü çatlaklar oluştuktan sonra onları tamamen giderecek bir tedavi yoktur [5]. Centella asiatica (Gotu Kola) ekstresi, yara ve skar izlerinin iyileştirilmesinde kullanılanılmaktadır. 80 kişilik gebe kadınlar üzerinde yapılan çalışmada (40 kişi plasebo ve 40 kişi tedavi grubu) Centella asiatica ekstresi içeren krem uygulanmıştır. Plasebo grubundaki 22 kadında (%56) ve tedavi grubundaki 14 (%34) kadında stria gravidarum gözlenmiştir. Klinik çalışmalar sonucu Centella asiatica içeren kremin etkili olduğu saptanmıştır [16]. Kakao yağının etkisini gözlemlemek amacıyla yapılan 300 gebe kadından oluşan çalışmada, 150 kadına plasebo krem uygulanırken 150 kadına kakao yağı kremi uygulanmıştır. Kadınlar doğuma kadar stria gravidarum gelişiminin değerlendirilmesi için takip edilmiştir. Kakao yağı kremi kullanan hastaların %44’ünde, plasebo kullananların ise %55’inde stria gravidarum geliştiği tespit edilmiştir. Sonuç olarak kakao yağı kreminin stria gravidarum gelişimini engellemediği söylenebilir [17].Stravia gravidarum için kullanılan bir diğer ürün de zeytin yağıdır. 100 gebe kadınla gerçekleştirilen bir çalışmada, tedavi grubundaki 50 kadın masaj yapmadan günde iki kez 1 cc topikal zeytinyağı uygulamıştır. Kontrol grubuna ise herhangi bir krem veya yağ uygulanmamıştır. Çalışma sonucunda iki grup arasında anlamlı bir fark gözlenmemiştir [18]. Gebelikte Akne Vulgaris Tedavisinde Kullanılan Kozmesötikler Akne vulgaris, gebelik ve emzirme döneminde kadınları etkilemektedir. Gebelikteki hormonal ve fizyolojik değişiklikler sonucu gebeliğin çeşitli evrelerinde akne oluşabilmektedir [19]. Melaleuca alternifolia (Tea Tree Oil/Çay Ağacı Yağı), Vitex agnus castus (Chasteberry/Hayıt Meyvesi) ekstresi ve tanen içeren bitkiler gebelikte akne vulgaris tedavisinde kozmesötik olarak antiinflamatuvar ve antibakteriyel etkilerinden ötürü tercih edilmektedir [5].Melaleuca alternifolia (Tea Tree Oil/Çay Ağacı Yağı), Melaleuca alternifolia bitkisinin damıtılmasıyla elde edilen uçucu yağdır. Çay ağacı yağı geniş spektrumlu antimikrobiyal aktivitesi sayesinde cilt ve mukozayı etkileyen bakteriyel, viral, fungal ve protozoal enfeksiyonlara karşı etki göstermektedir. Bu etkilerinden dolayı akne vulgariste de etkili olduğu söylenmektedir [20]. Yapılan bir çalışmada %5’lik benzoil peroksit ve %5’lik çay ağacı yağı karşılaştırılmıştır. Her ikisi de hastaların aknelerinin iyileşmesini sağlamıştır. Çay ağacının etkisinin benzoil peroksite göre daha yavaş olduğu gözlemlenmiştir. Ayrıca çay ağacı ile tedavi edilen grupta daha az yan etki görülmüştür [21]. Başka bir çalışmada ise %5’lik çay ağacı yağı kullanılmasının akne vulgaris için etkili bir tedavi olduğu tespit edilmiştir [22]. Tanenler, doğadaki birçok bitkide bulunan bir maddedir. Beyaz meşe kabuğu (Quercus alba), İngiliz ceviz yaprağı (Juglans regia), fıtık otu (Agrimonia eupatoria), altınbaşak (Solidago virgaurea), jambolan kabuğu (Syzygium cuminum), Labrador çayı (Ledum latifolium), hanımeli (Alchemilla mollis), lavanta (Lavandula angustifolia), sığırkuyruğu (Verbascum thapsus), ratanya (Krameria triandra), Çin raventi (Rheum palmatum) ve sarı kantaron (Hypericum perforatum) tanen içeren bitkilerdir. Bu bitkiler deri büzücü etkiye sahip oldukları için akne vulgaris tedavisinde tercih edilmektedir [23].Vitex agnus castus (Chasteberry/Hayıt Meyvesi) ekstresi, premenstruel semptomların tedavisinde sık kullanılmaktadır. Komisyon E, premenstrüel akne tedavisinde sistemik olarak kullanımını 40 mg/gün olarak belirlemiştir. Fakat Vitex agnus castus’un akne vulgaris tedavisinde gebelik ve emzirme dönemlerinde sistemik kullanımı önerilmezken topikal kullanımına izin verilmektedir [5], [23]. Bitki ve bitki ekstrelerinden elde edilen ürünlerin gebelik ve emzirme döneminde kullanımı ile ilgili yeterli sayıda bilimsel veri bulunmamaktadır. Bu nedenle kozmesötik ürün seçimi gebelikte önemli bir konu haline gelmektedir. Hamilelikte tercih edilebilecek cilt bakım ürünleri güvenli aktif içeriklere sahip olmalıdır. Ayrıca cilt bariyerini olumsuz yönde etkileyecek içeriğe sahip ürünlerden kaçınılmalıdır. Emzirirken kullanılabilecek cilt bakım ürünlerinin ise anne sütüne geçebilecek bileşenler açısından dikkatle incelenmesi önemlidir. Güvenilir ve etkili içeriğe sahip Atopik Dermatit Serisi gibi hassas ciltlere sahip hamile ve emziren kadınların cilt bariyerini destekleyen içeriklerle formüle edilen ürünler hamilelik ve emzirme döneminde güvenli kullanım sunmaktadır.   Kaynakça1.    Morganti, P., Morganti, G., Gagliardini, A., and Lohani, A. (2021). From cosmetics to innovative cosmeceuticals—non-woven tissues as new biodegradable carriers. Cosmetics, 8(3), 65.2.    Bedi, M. K., and Shenefelt, P. D. (2002). Herbal therapy in dermatology. Archives of dermatology, 138(2), 232-242.3.    Blumenthal, M. (1999). The complete German commission E monographs. Therapeutic guide to herbal medicines.4.    Herbal medicinal products. European Medicines Agency; 2025 www.ema.europa.eu/en/human-regulatory-overview/herbal-medicinal-products5.    Yildiz, H., and Abuaf, Ö. K. (2013). Gebelik ve emzirme döneminde kozmesötik kullanimi/Use of cosmeceuticals during pregnancy and lactation period. Türkderm: Türk Deri Hastalıkları ve Frengi Arşivi= Turkderm: Turkish Archives of Dermatology and Venereology, 47(4), 194.6.    Nordeng, H., and Havnen, G. C. (2004). Use of herbal drugs in pregnancy: a survey among 400 Norwegian women. Pharmacoepidemiology and drug safety, 13(6), 371-380.7.    Friedman, J. M. (2000). Teratology society: presentation to the FDA public meeting on safety issues associated with the use of dietary supplements during pregnancy. Teratology, 62(2), 134-137.8.    Wal, A., Wal, P., Gupta, S., Sharma, G., and Rai, A. K. (2011). Pharmacovigilance of herbal products in India. Journal of Young Pharmacists, 3(3), 256-258.9.    Beard, M. P., and Millington, G. W. M. (2012). Recent developments in the specific dermatoses of pregnancy. Clinical and experimental dermatology, 37(1), 1-5.10.    Kalaycı, M. M. (2020). Pregnancy Mask: Melasma. Journal of Experimental and Basic Medical Sciences, 1(2), 065-067.11.    Draelos, Z. D. (Ed.). (2021). Cosmetic dermatology: products and procedures. John Wiley & Sons.12.    Yamakoshi, J., Otsuka, F., Sano, A., Tokutake, S., Saito, M., Kikuchi, M., and Kubota, Y. (2003). Lightening effect on ultraviolet‐induced pigmentation of guinea pig skin by oral administration of a proanthocyanidin‐rich extract from grape seeds. Pigment cell research, 16(6), 629-638.13.    Yamakoshi, J., Sano, A., Tokutake, S., Saito, M., Kikuchi, M., Kubota, Y., ... and Otsuka, F. (2004). Oral intake of proanthocyanidin‐rich extract from grape seeds improves chloasma. Phytotherapy Research: An International Journal Devoted to Pharmacological and Toxicological Evaluation of Natural Product Derivatives, 18(11), 895-899.14.    Ni, Z., Mu, Y., and Gulati, O. (2002). Treatment of melasma with Pycnogenol®. Phytotherapy Research: An International Journal Devoted to Pharmacological and Toxicological Evaluation of Natural Product Derivatives, 16(6), 567-571.15.    Young, G. L., and Jewell, D. (2000). Creams for preventing stretch marks in pregnancy. Cochrane Database Syst Rev, 2, CD000066.16.    Mallol, J., Belda, M. A., Costa, D., Noval, A., and Sola, M. (1991). Prophylaxis of Striae gravidarum with a topical formulation. A double blind trial. International journal of cosmetic science, 13(1), 51-57.17.    Buchanan, K., Fletcher, H. M., and Reid, M. (2010). Prevention of striae gravidarum with cocoa butter cream. International Journal of Gynecology & Obstetrics, 108(1), 65-68.18.    Soltanipoor, F., Delaram, M., Taavoni, S., and Haghani, H. (2012). The effect of olive oil on prevention of striae gravidarum: a randomized controlled clinical trial. Complementary Therapies in Medicine, 20(5), 263-266.19.    Ly, S., Kamal, K., Manjaly, P., Barbieri, J. S., and Mostaghimi, A. (2023). Treatment of acne vulgaris during pregnancy and lactation: a narrative review. Dermatology and Therapy, 13(1), 115-130.20.    Pazyar, N., Yaghoobi, R., Bagherani, N., and Kazerouni, A. (2013). A review of applications of tea tree oil in dermatology. International journal of dermatology, 52(7), 784-790.21.    Bassett, I. B., Barnetson, R. S. C., and Pannowitz, D. L. (1990). A comparative study of tea‐tree oil versus benzoylperoxide in the treatment of acne. Medical Journal of Australia, 153(8), 455-458.22.    Enshaieh, S., and Jooya, A. (2007). The efficacy of 5% topical tea tree oil gel in mild to moderate acne vulgaris: a randomized, double-blind placebo-controlled study.23.    Reuter, J., Merfort, I., and Schempp, C. M. (2010). Botanicals in dermatology: an evidence-based review. American journal of clinical dermatology, 11, 247-267.

Devamını oku
Ashwagandha Nedir? Faydaları, Kullanımı ve Bilmeniz Gereken Her Şey - ya da multicosmetics

Ashwagandha Nedir? Faydaları, Kullanımı ve Bilmeniz Gereken Her Şey

Ashwagandha, bilimsel adıyla Withania somnifera (L.) Asya, Afrika ve Avrupa’nın tropikal ve subtropikal bölgelerinde yetiştirilen her daim yeşil bir çalıdır. Bitkinin köklerinin ıslak bir at gibi koktuğu söylendiği için Sanskritçe adı olan ashwagandha (“ashwa” at anlamına, “gandha” koku anlamına gelir.) yaygın olarak kullanılan ismidir (1). Latince adı ise uyku getirici anlamına gelir. Ashwagandha ginseng ailesine ait olmamasına rağmen Hint ginsengi olarak da bilinir (2). Gençleştirici etkisi olduğundan dolayı Hint ginsengi olarak adlandırılmıştır, etkileri ginsengle tamamen aynı olmayıp vücutta farklı spesifik etkiler meydana getirmektedir. Ashwagandha takviyeleri stres önleyici, anti-inflamatuar, antimikrobiyal, antikanser, antidiyabetik, kardiyoprotektif ve hipolipidemik özelliklere sahiptir. Ashwagandha sadece diyet takviyelerinde değil, cilt bakımı için kullanılan kozmetik ürünlerde de kullanılır. Ashwagandha gibi bitkiler, sağlık ve güzellik alanlarını birleştiren multikozmetik çözümler geliştirilmesine ilham kaynağı olmaktadır.  Ashwagandha kökünün lökoderma, ülser, uyuz tedavisi ve cilt yaralarını iyileştirme ve şişliği azaltmak için kullanılabileceği düşünülmektedir. İçeriğindeki Withaferin A'nın anti-inflamatuar özellikleri nedeniyle skleroderma veya pigmentasyon bozuklukları gibi dermatolojik hastalıklarda kullanılabileceği ileri sürülmektedir (7). Ashwagandha kökü ve yaprağının kimyasal bileşimi farklıdır. Ticari ashwagandha takviyelerinin çoğu bitkinin kökünden elde edilen özler içerir ancak bazı takviyeler hem kök hem yapraklardan elde edilen özler içerebilir (2). Kapsüller, topikal tedaviler ve çay dahil olmak üzere çeşitli formlarda bulunur. 3 aya kadar ashwagandha doğru dozajda kullanıldığında çoğu insan için güvenlidir, ancak uzun vadeli etkileri bilinmemektedir. Kişi şu durumlarda ise ashwagandha güvenli olmayabilir (13): Hamileyse veya emziriyorsa Hormona duyarlı prostat kanseri varsa Benzodiazepinler, antikonvülzanlar veya barbitüratlar gibi belirli ilaçlar alıyorsa Ameliyat olmak üzereyse Otoimmün veya tiroid rahatsızlığı varsa Karaciğer sorunları varsa Bu durumlarda hekim kontrolünde kullanılmalıdır.Ashwagandha takviyeleri kullanan bazı kişilerde aşağıdaki yan etkiler bildirilmiştir (13): Gastrointestinal rahatsızlıklar Uyuşukluk İshal Kusma Ashwagandha için dozaj önerileri değişiklik gösterir. Araştırmalar günde 250-1.250 mg arasında değişen dozların farklı durumlar için etkili olduğunu göstermiştir (13). Ashwagandha'nın Tarihçesi ve Geleneksel Tıptaki Yeri Geleneksel ve tamamlayıcı tıp, günümüzde sağlıkla ilgili rahatsızlıkları tedavi etmek için daha popülerdir. Bu, daha az yan etkiye sahip yeni tıbbi kombinasyonlar geliştirmek amacıyla geleneksel ve tamamlayıcı tıpta yeni ve güçlü bir potansiyel olduğunu gösterir.Ashwagandha kökü, Hindistan’ın geleneksel Ayurveda ve Unani tıp sistemlerinde bir adaptojen olarak kullanılmıştır. Adaptojen; bir kişinin biyolojik, fiziksel veya kimyasal stres faktörlerine karşı uyum sağlama ve dirençli olma yeteneklerini artıran bileşik veya ürün olarak tanımlanır. Ayurveda’da “Rasayana” yani gençleştirici olarak sınıflandırılan ashwagandha, genel sağlık ve uzun ömürü desteklemek amacıyla kullanılmaktadır (3). Stres ve anksiyete seviyelerini azaltma, uyku kalitesini iyileştirme, bilişsel fonksiyonları iyileştirme, fiziksel performansı artırma bilimsel olarak kanıtlanmış ashwagandha faydaları arasındadır (2). Günümüzde ashwagandha’nın geleneksel olarak kullanımı bilimsel çalışmalar (4) ile desteklenmektedir. ya da felsefesi de, doğadan gelen etkili bileşenlerin, bilimsel veriler ışığında güvenli ve sorumlu bir şekilde değerlendirilmesini esas alır. Ashwagandha'nın Bilimsel Olarak Kanıtlanmış 5 Önemli Faydası Withania somnifera ile ilgili bilimsel araştırmalar ışığında 5 önemli faydası ön plana çıkmaktadır (5): Adaptojenik özelliklerine bağlı olarak vücuttaki kortizol seviyelerini düşürerek stres ve anksiyeteyi azaltması Uykuya dalma süresini kısaltarak uyku kalitesini iyileştirmesi Nöroprotektif özelliklerine bağlı hafıza, odaklanma ve genel bilişsel işlevleri desteklemesi Bağışıklık güçlendirici adaptojen etkisine bağlı fiziksel dayanıklılığı ve kas gücünü artırması Erkeklerde testosteron seviyelerini artırarak ve sperm kalitesini iyileştirerek üreme sağlığını desteklemesi Stres ve Anksiyete ile Mücadelede Ashwagandha Kullanımı Stres, anksiyete ve yetersiz uyku modern toplumlarda yaşamın sık görülen bir özelliğidir. Bu sorunlara çözüm olarak adaptojenik bitkilerin kullanımı son yıllarda artış göstermektedir. Bu adaptojenik bitkilerden Ayurvedik bir bitki olan Ashwagandha’nın da stres ve anksiyete üzerindeki etkisi modern çalışmalarla ortaya koyulmuştur.2019 yılında yapılan bir kontrollü çalışmada (4) ashwagandha takviyesinin stres ve anksiyete seviyelerini düşürmede etkisine bakılmıştır. Kök özütünün stres giderici etkisi, başlangıç stres ölçeği (PSS) puanı >20 olan altmış kadın ve erkek katılımcı ile sekiz hafta boyunca günde iki kez 1:1:1 oranında 125 mg Ashwagandha özütü, 300 mg Ashwagandha özütü ve plasebo kapsülleri kullanılarak rastgele seçilip incelenmiştir. Sonuçların değerlendirilmesinde fizyolojik stresin göstergesi olarak en yaygın kullanılan biyobelirteç olan serum kortizol seviyelerine bakılmıştır. Her katılımcıda mevcut olan kaygının yoğunluğunu değerlendirmek için Hamilton Kaygı Derecelendirme Ölçeği (HAM-A) kullanılmıştır. Başlangıçta, kaydedilen HAM-A puanları Ashwagandha 250, Ashwagandha 600 ve plasebo grupları için sırasıyla 23,05, 24,10 ve 23,32 iken çalışmanın sonunda puanlar sırasıyla 20,05, 20,15 ve 21,42 olarak kaydedilmiştir. Sonuç olarak ashwagandha tedavi gruplarında serum kortizol seviyelerinde plasebo grubuna kıyasla önemli bir azalma görülmektedir (4). Benzer şekilde 2023 yılında yayımlanan bir meta-analizde (6) dokuz randomize kontrollü çalışmanın incelenmesiyle toplam 558 katılımcı değerlendirilmiş ve ashwagandha kullanımının stres ve anksiyete seviyelerini anlamlı derecede azalttığı sonucuna varılmıştır (6). Ashwagandha'nın Hormonal Denge Üzerindeki Etkileri Nelerdir? Hormonal denge ve ashwagandha arasında dikkat çekici bir ilişki vardır. Hipofiz fonksiyonlarını düzenlediği, tiroid bezi homeostazını iyileştirdiği, adrenal aktiviteyi düzenlediği ve üreme sistemi üzerinde çok yönlü bir etkiye sahip olduğu kanıtlanmıştır (7). Kadınlarda Ashwagandha Kullanımı ve Menopoz Semptomlarına Etkisi Hormonlar, adet dönemi, üreme, perimenopoz ve menopoz olmak üzere kadın sağlığının tüm alanlarını etkiler. Kadınlarda ashwagandha kullanımı bu hormonal olaylarda düzenleyici etkilere sahiptir. Ancak hamilelik döneminde ashwagandha kullanımından kaçınılmalı ve emzirme döneminde kullanılmamalıdır (15).Kadınlar üzerinde yapılan randomize bir pilot çalışmada Dongre ve ark. (2015) tedavi grubuna günde iki kez sekiz hafta boyunca 300 mg’lık ashwagandha kapsülleri vermiş, 4. ve 8. haftada kadın cinsel fonksiyon indeksi (FSFI) ve kadın cinsel distres ölçeği (FSDS) ile sonuçlar ölçülmüş ve karşılaştırılmıştır. Sonuç olarak, tedavi grubunda hiçbir yan etki görülmemiş, vücutta kortizol düzeyini azaltarak antistres etkisi ile psikolojik olarak düzeltebildiği veya kadında cinsel isteği arttırmayı sağladığı belirtilmiştir (8)Bhattarai ve ark. (2010) tarafından yapılan bir çalışmada, Ashwagandha özütünün bir nörotransmitter olan GABA’yı taklit özellikleri yoluyla gonadotropin hormonlarının salgılanmasını artırdığı ve oogenezi iyileştirdiği bulunmuştur. Bunun serum östrojen dengesini iyileştirmesi nedeniyle olduğu ileri sürülmüştür (9). Çeşitli çalışmalar, ashwagandha özütünün farklı meme tümörü hücre hatlarına (MCF-7 ve MDA-MB-231) karşı in vitro ve in vivo tümör hücrelerinin büyümesini azaltarak antikanser özelliklerini göstermiştir (10). Ayrıca özütün meme kanseri hastalarının sağ kalımını ve yaşam kalitesini iyileştirdiği gösterilmiştir (11). Menopoz semptomları ve bitkisel çözümler günümüzde birçok kadının merak ettiği bir konudur. Perimenopoz (menopoza giden geçiş dönemi) ve menopoz (adetlerin kalıcı olarak durduğu dönem) sırasında östrojen seviyeleri önemli ölçüde düşer. Ashwagandha vücutta östrojeni taklit edebildiği için menopoz semptomlarını iyileştirerek menopoz rahatlatıcı etki göstermektedir. Sıcak basmaları, menopoz geçiş evresinin en yaygın belirtilerinden biri olmasının yanı sıra, kadınların menopoz semptomları nedeniyle tıbbi yardım aramasının başlıca nedenlerinden birisidir. Sıcak basmaları genellikle azalmış yaşam kalitesi ve uyku bozuklukları ile ilişkilidir ve menopoz sırasında karşılaşılan diğer semptomların şiddetini ve sıklığını etkilemede önemli bir rol oynar. Yapılan bir çalışmada (12) ashwagandha kökü özütünün kadınlarda perimenopoz döneminde hafif ila orta şiddette klimakterik semptomları hafifletmede güvenli ve etkili bir seçenek olabileceğini düşündürmektedir (12) Çalışmanın sonunda ortalama sıcak basması skorunda istatistiksel olarak anlamlı bir azalma görülmüştür. Erkeklerde Ashwagandha Kullanımı ve Testosteron Seviyelerine Etkisi Erkeklerde ashwagandha faydaları testosteron seviyesini artırma, kasta protein sentezini artırarak kas kütlesinde artış sağlama ve stres hormonlarını (özellikle kortizol) azaltarak hem ruh hali hem de hormonal denge üzerinde pozitif etkileriyle dolaylı yoldan testosteronda artış sağlama olarak sıralanabilir. Testosteron, esas olarak luteinize edici hormonun etkisi altında testislerdeki Leydig hücreleri tarafından üretilir. Testosteron seviyesini artıran bitkilere ashwagandha, çemen otu ve tongkat ali (Malezya ginsengi) örnek gösterilebilir. Bugüne kadar yapılan birçok çalışma, Ashwagandha takviyesinin testosteron seviyelerinde önemli bir artışa yol açtığını göstermiştir. Gupta ve Srivastava’nın gerçekleştirdiği deneysel çalışmada, Ashwagandha kök ekstresinin erkek üreme sağlığı üzerindeki etkileri derinlemesine incelenmiştir. 2.4 GHz Wi-Fi radyasyonuna maruz kalan erkek bıldırcınlar kullanılarak ekstrenin oksidatif stres ve inflamasyonu azaltarak testosteron üretimini ve sperm sayısını nasıl etkilediği araştırılmıştır (14).                                                 Araştırmada Wi-Fi maruziyeti; testis hacmi, yoğunluğu ve gonado-somatik indeks (GSI) gibi morfolojik parametrelerde belirgin bir azalmaya yol açmıştır. Aynı zamanda serum testosteron düzeyinde anlamlı bir düşüş gözlenmiştir. Ashwagandha ile eş zamanlı tedavi bu parametreleri neredeyse kontrol düzeylerine geri döndürmüştür (14).Moleküler düzeyde Ashwagandha’nın etkileri daha da belirgindir. Wi-Fi’ye maruz kalan grupta, testislerde anti-inflamatuar sitokin IL-10’un baskılandığı, buna karşın pro-inflamatuar IL-1β ve NF-κB’nin ciddi oranda arttığı görülmüştür. Ashwagandha tedavisi, bu inflamatuar yanıtı tersine çevirerek testis mikroçevresinde iltihap seviyesini düşürmüştür. Bunun yanı sıra ERα (östrojen reseptör alfa) ekspresyonunun arttığı bu sayede testosteron sentezinin teşvik edildiği belirlenmiştir. Sperm sayısında da kayda değer bir artış saptanmış ve testislerdeki yapısal bozulmalar (seminifer tübül çapı, hücresel organizasyon) düzene girmiştir. Bu sonuçlar Ashwagandha’nın testosteron artışını sadece hormonal düzeyde değil, aynı zamanda hücresel ve genetik seviyelerde de desteklediğini gösterir (14). Ek olarak Ashwagandha testosteron seviyelerini artırabileceğinden, hormona duyarlı prostat kanseri olan kişiler kullanımından kaçınmalıdır (15). Referanslar:1)    Mandlik Ingawale DS, Namdeo AG. Pharmacological evaluation of Ashwagandha highlighting its healthcare claims, safety, and toxicity aspects. J Diet Suppl 2021;18:183-2262)    Office of Dietary Supplements, National Institutes of Health. Ashwagandha. Bethesda (MD): National Institutes of Health; 2024 Mar 15.3)    https://www.verywellhealth.com/when-to-take-ashwagandha-for-health-benefits-87644894)    Salve J, Pate S, Debnath K, Langade D. Adaptogenic and Anxiolytic Effects of Ashwagandha Root Extract in Healthy Adults: A Double-blind, Randomized, Placebo-controlled Clinical Study. Cureus. 2019 Dec 25;11(12):e6466. doi: 10.7759/cureus.6466. PMID: 32021735; PMCID: PMC6979308.5)    Mikulska P, Malinowska M, Ignacyk M, Szustowski P, Nowak J, Pesta K, Szeląg M, Szklanny D, Judasz E, Kaczmarek G, Ejiohuo OP, Paczkowska-Walendowska M, Gościniak A, Cielecka-Piontek J. Ashwagandha (Withania somnifera)-Current Research on the Health-Promoting Activities: A Narrative Review. Pharmaceutics. 2023 Mar 24;15(4):1057. doi: 10.3390/pharmaceutics15041057. PMID: 37111543; PMCID: PMC10147008.6)    Velan Arumugam, Venugopal Vijayakumar, Arthi Balakrishnan, Rudra B Bhandari, Deenadayalan Boopalan, Ramesh Ponnurangam, Venkateswaran Sankaralingam Thirupathy, Maheshkumar Kuppusamy,Effects of Ashwagandha (Withania Somnifera) on stress and anxiety: A systematic review and meta-analysis,EXPLORE,Volume 20, Issue 6,2024,103062,ISSN 1550-8307,https://doi.org/10.1016/j.explore.2024.103062.7)    Wiciński M, Fajkiel-Madajczyk A, Kurant Z, Kurant D, Gryczka K, Falkowski M, Wiśniewska M, Słupski M, Ohla J, Zabrzyński J. Can Ashwagandha Benefit the Endocrine System?-A Review. Int J Mol Sci. 2023 Nov 20;24(22):16513. doi: 10.3390/ijms242216513. PMID: 38003702; PMCID: PMC10671406.8)    Dongre S, Langade D, Bhattacharyya S. Efficacy and Safety of Ashwagandha (Withania somnifera) Root Extract in Improving Sexual Function in Women: A Pilot Study. Biomed Res Int 2015;2015:284154.9)    Bhattarai JP, Ah Park S, Han SK. The methanolic extract of Withania somnifera ACTS on GABAA receptors in gonadotropin releasing hormone (GnRH) neurons in mice. Phytother Res. 2010 Aug;24(8):1147-50. doi: 10.1002/ptr.3088. PMID: 20044800.10)    Bazm, M. A., Naseri, L., & Khazaei, M. (2018). Methods of inducing breast cancer in animal models: A systematic review. World Cancer Research Journal, 5(4), e1182.11)    Biswal BM, Sulaiman SA, Ismail HC, Zakaria H, Musa KI. Effect of Withania somnifera (Ashwagandha) on the development of chemotherapy-induced fatigue and quality of life in breast cancer patients. Integr Cancer Ther. 2013 Jul;12(4):312-22. doi: 10.1177/1534735412464551. Epub 2012 Nov 9. PMID: 23142798.12)    Gopal, S., Ajgaonkar, A., Kanchi, P., Kaundinya, A., Thakare, V., Chauhan, S. and Langade, D. (2021), Effect of an ashwagandha (Withania Somnifera) root extract on climacteric symptoms in women during perimenopause: A randomized, double-blind, placebo-controlled study. J. Obstet. Gynaecol. Res., 47: 4414-4425. https://doi.org/10.1111/jog.1503013)    Ayvaz, Zafer. (2024). Ashwagandha'nın Sağlığa Faydaları. Ekoloji. 4. 15-22.14)    Gupta, V., & Srivastava, R. (2025). Amelioration and Immuno-modulation by Ashwagandha on Wi-fi Induced Oxidative Stress in Regulating Reproduction Via Estrogen Receptor Alpha in Male Japanese Quail. Reproductive Sciences, 32(455–466).15)    https://www.nccih.nih.gov/health/ashwagandha

Devamını oku
Tırnaklardaki Çizgiler Hangi Sağlık Sorunlarının İşaretçisi Olabilir? - ya da multicosmetics

Tırnaklardaki Çizgiler Hangi Sağlık Sorunlarının İşaretçisi Olabilir?

Tırnak Çizgileri Neden Oluşur? Yatay ve Dikey Çizgilerin Anlamları Tırnaklarda görülebilen yatay ve dikey çizgiler birçok rahatsızlığın göstergesi olarak ortaya çıkabilmektedir. Yatay tırnak çizgileri akut hastalıklar, enfeksiyonlar, travmalar sonucu görülürken; dikey tırnak çizgilerinin ise yaşlanma, vitamin ve mineral eksiklikleri, kronik rahatsızlıklar sonucu görülebilmektedir [1]. El ve ayak tırnaklarının dikkatli bir şekilde incelenmesi, tırnak çizgilerinin neyin belirtisi olduğunu ve altta yatan sistemik hastalıklara dair bulgular sunabilmektedir. Özellikle, tırnaklardaki değişiklikler, vücudun genel sağlık durumu hakkında önemli ipuçları sunar ve erken dönemdeki belirtiler sayesinde doğru tedaviye yönlendirilmesine yardımcı olabilir. Tırnaklar, kalp hastalıklarından böbrek sorunlarına, tiroid bozukluklarından anemiye kadar pek çok sağlık sorununun belirtisi olabilmektedir.  Beau Çizgileri (Yatay Çizgiler): Akut Hastalıklar ve Travma İlişkisi Beau çizgileri (yatay çizgiler), tırnak plağının yüzeyinde ve proksimal tırnak kıvrımının altından çıkan enine doğrusal çöküntülerdir. Bu çizgiler tırnak matrisindeki keratinositlerin mitotik aktivitelerinde meydana gelen geçici azalmadan kaynaklanmaktadır ve tırnak plağında enine olukların oluşmasına neden olmaktadır [2], [3]. Beau çizgilerinin hastalık ilişkisi, sistemik ve lokal travmalar, sitotoksik ajanlar veya metabolik olaylarla bağlantılı olarak gelişebilmektedir. Beau çizgileri, belirgin klinik bulgulara sahip tırnak distrofisi olup, genellikle başlatıcı faktör olarak travma ile ilişkilendirilmiştir. Bunun yanı sıra enfeksiyonlar, ciddi tıbbi rahatsızlıklar, ilaç yan etkileri ve otoimmün hastalıklar Beau çizgilerine neden olabilmektedir [4]. Beau çizgileri, koroner tromboz, kızamık, kabakulak, Kawasaki hastalığı, zatürre, pulmoner emboli ve böbrek yetmezliği gibi sistemik bozukluklarda tanımlanmıştır [5]. Bu çizgiler, tırnak büyümesinin geçici olarak durması sonucu oluşur ve genellikle hastalıkların şiddeti ile ilişkilidir. Akut hastalıklar sırasında, vücutta yaşanan stres ve metabolik değişiklikler, tırnak matriksinde bir duraklamaya neden olabilir. Ayrıca, kemoterapi gibi sitotoksik tedavi süreçleri, tırnakları etkileyerek Beau çizgilerinin oluşumunu tetikleyebilir. Bununla birlikte, tırnaklara uygulanan lokal travmalar veya ciddi enfeksiyonlar da bu çizgilerin gelişmesine neden olabilir [6]. Yapılan bir çalışmada, Beau çizgilerinin en yaygın nedenlerinin sırasıyla ilaçlar (%36,3) ve enfeksiyonlar (%36,9) olduğu kanıtlanmıştır. Diğer nedenler ise otoimmün olmayan sistemik hastalıklar, otoimmün sistemik hastalıklar, travma, kalıtsal hastalıklar, nörolojik veya nöromüsküler hastalıklar, onikomikoz olarak tespit edilmiştir [7]. Dikey Çizgiler: Yaşlanma, Beslenme Eksiklikleri veya Kronik Sorunlar Tırnağın proksimalinden serbest ucuna doğru uzanan çizgiler doğal yaşlanma sürecinin bir parçasıdır [8]. Lineer tırnak uzamasının yavaşlaması yaş ilerledikçe tırnağın kimyasal yapısının değişmesine bağlıdır. Bu değişikliğe bağlı olarak da dikey çizgilenmede artış görülebilmektedir [9]. Tırnaklar incelir ve matlaşırsa bu durum trakiyonişi olarak bilinmektedir. Bu durum, alopesi areata, sedef hastalığı, atopik dermatit ve liken planus gibi ilişkili durumlarla ilgili olabilmektedir [10]. B vitamini, folat ve protein açısından yetersiz beslenme sonucu da tırnaklarda dikey çizgiler görülebilmektedir. Bu dikey çizgiler tırnak yüzeyinde ince, uzun çizgiler şeklinde görülür ve tırnak sağlığını olumsuz yönde etkileyen bu çizgiler beslenme eksikliklerinin ve kronik hastalıkların belirtisi olabilmektedir. [11]. Vitamin ve Mineral Eksikliklerinin Tırnak Üzerindeki Etkileri Normal tırnak plağı belirli oranlarda çeşitli besinlerden oluşmaktadır. Bundan dolayı vitamin ve mineral eksiklikleri tırnak plağında önemli değişikliklere sebep olabilmektedir. Vücut ve kandaki besin seviyeleri ile tırnak plağındaki konsantrasyonları arasında korelasyon olduğu bilinmektedir. Vitamin ve mineral eksikliği durumunda tırnaklardaki besin konsantrasyonları düşerken aşırı alım veya toksisite durumunda tırnak konsantrasyonları yükselmektedir. Özellikle demir, kalsiyum, çinko, magnezyum gibi minerallerin, A, D, B ve C vitaminlerinin eksiklikleri tırnaklarda belirgin değişikliklere neden olabilmektedir [12]. Demir Eksikliği Anemisi ve Soluk Tırnak Yatağı Tırnak yatağının soluk görünümlü olması anemi belirtisi olarak bilinmektedir [13]. Demir eksikliği anemisinde vücuttaki oksijen taşıma kapasitesinin düşmekte ve tırnağa giden kan akışı azalmaktadır. Normal durumda pembe renkte olan tırnak yatağı demir eksikliği anemisi görüldüğünde soluk bir hale gelmektedir [13]. Ayrıca demir eksikliği anemisi sonucu oldukça kırılgan hale gelen tırnaklar, katman biçiminde ayrılabilmekte ve kabarık uzunlamasına çizgiler görülebilmektedir. Demir eksikliğinde görülen tırnak belirtileri arasında koilonişi de bulunmaktadır [15], [16].  Koilonişi aynı zamanda kaşık tırnak olarak da bilinmektedir. Tırnak plağının orta kısmının düz olup distal tırnak plağının ve lateral kenarların yukarı doğru eğrilmesini ile karakterize bir durumdur ve demir eksikliği anemisinde sıkça gözlenen bir belirtidir [17]. Biotin (B7 Vitamini) Eksikliğinde Kırılganlık ve Çizgilenme Biotin süt, yumurta, tahıl gibi gıdalarda bulunan suda çözünen bir vitamindir. Vücutta keratinin biyosentezinde görev almaktadır. Keratinositlerin bir arada durmasını sağlar. Ayrıca tırnak plağının dayanıklılığını artırır, hücre yenilenmesini uyararak tırnağın büyümesini iyileştirir ve nem kaybını azaltarak tırnak sağlığını desteklemektedir [18], [19]. Biotin eksikliğinde tırnaklarda kırılma ve çizgilenme gibi sorunlar meydana gelmektedir. Tırnaklar normalden daha kırılgan hale gelmesi, tırnak büyümesi yavaşlaması ve uzunlamasına çizgiler görülmesi vücudun biyotine ihtiyacı olduğunu göstermektedir. Bu durumda biyotin takviyesi alınması ve biyotinden zengin gıdaların tüketilmesi tırnakların güçlenmesi ve sağlıklı büyümesi açısından faydalı olacaktır [19]. Sistemik Hastalıkların Tırnaklarda Yansıması Tırnakların şeklinde, renginde ve büyüme hızında meydana gelen değişiklikler sistemik hastalıkların belirtisi olabilmektedir. Dolaşım, solunum, endokrin, renal, kas-iskelet, beslenme ve metabolik sistemlerdeki hastalıklar ile ilgili ipuçları vermektedir. Örneğin sedef hastalığı, tiroid hastalıkları ve diyabet tırnaklarda karakteristik özelliklerde değişikliklere neden olabilmektedir. Sedef hastalığında (Psorasis) tırnak yüzeyinde çukurlaşma (Pitting) görülmektedir. Tiroid hastalarında hassas hale gelen tırnakların kırılması, büyümesinin yavaşlaması gibi belirtiler görülürken diyabet hastalarında ise tırnaklarda sararma ve kalınlaşma gözlenmektedir. Tırnaklarda görülen bu değişiklikler sistemik hastalıkların teşhisinde önem kazanmakta ve hastalıklara erken aşamada tanı konmasını sağlamaktadır [20], [21]. Sedef Hastalığı (Psoriasis) ve Tırnak Pitting Belirtisi Tırnaklarda görülen sedef hastalığı hastalarda işlevsel problemlere sebep olan sosyal ve psikolojik bir sorun olarak bilinmektedir. Sistemik bir hastalık olan sedef hastalığı kozmetik bir kusur olmanın yanı sıra günlük yaşamı da etkilemektedir [22]. Yapılan bir çalışmada tırnak rahatsızlıkları arasında onikomikozdan (tırnak mantarı) sonra en sık görülen hastalık sedef hastalığı (%20) olarak belirlenmiştir [23]. Sedef hastalığının yaygın belirtileri arasında çukurlaşma (pitting), tırnak altı kalınlaşma (subungual hiperkeratoz) ve tırnak plağında gevşemeler bulunmaktadır [22]. En sık görülen belirti pitting olup hastaların %68’inin etkilemektedir. Tırnak plağındaki bu yüzeysel çöküntüler tırnak matrisinin iltihaplanması ile ilgili bir durumdur [24]. Pitting liken planus, egzama, alopesi areata gibi hastalıklarda da görülebilmektedir fakat sedef hastalığında meydana gelen çukurlar daha derindir [1]. Daha nadir ise tırnaklarda renk değişikliği ve kanamalar gibi belirtiler görülebilmektedir. Bu semptomlar başka hastalıklarda da görülebileceğinden doğru tanının konulması önem taşımaktadır. Tiroid Bozuklukları ile İlişkili Tırnak Değişimleri Hipertiroidi hastalarının %5’inde tırnak problemleri görülmektedir. Onikoliz (tırnak plağının yatağından ayrılması), tırnakların kırılgan hale gelmesi, tırnakta kahverengi lekeler gibi belirtiler gözlenmektedir [25]. Hipotiroidi hastalarında ise tırnaklarda kırılma, düzleşme, yavaş büyüme, kuruluk ve onikoreksis (uzunlamasına çıkıntılar) gözlenmektedir [26]. Hipotiroidizm sekonder gelişen vazokonstriksiyon ve metabolik hızın düşmesi sebebiyle hipotermiye neden olmaktadır. Vazokonstriksiyon oksijen ve besinin deriye geçişini azaltır ve kırılgan, yavaş büyüyen tırnaklar ortaya çıkmaktadır. Hipertiroidizmde ise vazodilatasyon görüldüğü için tırnakların hızlı büyümesi söz konusu olabilmektedir [27]. Tirotoksikoz hastalarında ise onikoliz, yumuşak ve içbükey tırnaklar gözlenmektedir [28]. Meydana gelen tırnak değişiklikleri tiroid bozukluklarının erken klinik belirtileri olabilmektedir. Dermatolojik ve Kozmetik Faktörler Tırnaklarda estetik görünüm sağlamak için yapılan işlemler, tırnak yüzeyine ve çevresine zarar verebilmektedir [29]. Tırnak bakımında yanlış kesim yapılması tırnaklarda batmalara ve enfeksiyonlara yol açabilmektedir. Kütiküllerin çıkarılması ile tırnak çevresindeki koruyucu bariyer uzaklaştırılmakta ve enfeksiyonlara açık hale gelmektedir. Tırnak kozmetik bakımında dikey çizgilerin düzeltilmesi amacıyla yapılan törpüleme işlemi tırnakların kırılmasına neden olmaktadır. Manikür gibi işlemler sonrası da tırnaklar zayıflamakta ve uzun süreli oje kullanımı sonucu da tırnağın oksijenle temasının kesilmesine, renk değişimlerine yol açabilmektedir [30], [31]. Aseton gibi çözücüler ve ojeler tırnağın yapısına zarar verdiğinden kırılmalar ve incelmeler görülebilmektedir. Uzun süreli aseton kullanımı keratin granülasyonuna sebep olabilmektedir [32]. Yanlış Oje Temizleyici Kullanımı ve Tırnak Yüzey Hasarı Oje temizleyiciler genellikle koku ve renk eklenerek elde edilen organik bir çözücülerdir [33]. Oje temizleyiciler tırnak yüzeyinde biriken reçine tabakasının çözülmesini sağlamaktadır [34]. Yaygın kullanılan ve en bilinen oje temizleyici ise asetondur. Güçlü bir çözücü olduğu için ojeyi hızla çıkarabilir ancak yanlış kullanım sonucu düşük konsantrasyonlarda dahi tahriş edebilir ve tırnakların kuru ve mat görünmesine neden olabilmektedir. Ayrıca, çok sık aralıklarla aseton kullanımı sonucu tırnak plağında keratin degranülasyonu görülebilmektedir. Bu da tırnak yüzeyinde beyaz çizgilenmelere neden olmaktadır [32]. Tırnak bakımında doğru oje temizleyici seçimi tırnak sağlığı açısından önem taşımaktadır. Olumsuz etkileri en aza indirmek için az miktarda ürün tercih edilmeli ve ürünlerin aşırı kullanımından kaçınılmalıdır. Nem Kaybı ve Lipid Bariyer Bozukluğunun Rolü Tırnakların su içeriği keratinize dokunun yapısının korunmasında önemlidir. Tırnaklarda kullanılan kozmetik ürünler keratin yapıya zarar vererek su içeriğinin azalmasıyla nem kaybına neden olmaktadır. Nem dengesinin sağlanması tırnakların sağlıklı büyümesi açısından önemlidir. Oje temizleyiciler tırnağın doğal nem dengesini bozarak tırnakların incelmesine ve kırılmasına yol açmaktadır [35]. Ayrıca kullanılan kozmetik ürünler lipit bariyer bozukluğuna da sebep olmaktadır. Aseton kullanımı lipid bariyerine zarar vermektedir. Tırnaklarda yumuşama, kırılma ve tırnakların katmanlı yapısında boşluklar gözlenmektedir. Tırnak sağlığı için nemlendirici ve besleyici ürünlerin kullanımı ile meydana gelecek olumsuz durumların önüne geçilebilir [36]. Tırnak Sağlığını Korumak İçin Öneriler Tırnakların sağlıklı görünmesi ve kırılmaların önüne geçebilmek adına bazı önlemler almak gerekmektedir. İşte tırnak sağlığını korumak için öneriler: Tırnakları kısa tutun: Düzenli bir şekilde tırnakların kesilmesi kırılmaların ve travmaların önüne geçecektir. Tırnakları temiz ve kuru tutmaya özen gösterin: Temiz tırnaklar bakterilerin ve mantarların tırnaklarda üremesini engeller. Cilt-tırnak bütünlüğünü koruyacak SLS içermeyen tırnak temizleyici ürünler tercih edilmelidir. Uzun süre suya maruziyet sonucu tırnaklar çatlayabilir. Maruziyeti azaltmak için eldiven tercih edebilirsiniz. Nemlendirici ve besleyici ürünleri bakım rutininize ekleyin: Tırnakların nemli olması hasara ve çatlamalara karşı tırnağı koruyacaktır. Kimyasal ürünlerden kaçının: Kimyasal içerikli temizlik malzemeleri, tırnakların yapısına zarar verir. Aseton içeren oje temizleyiciler, tırnakların nem dengesini bozarak zayıflamalarına neden olabilir. Kimyasal içeriği daha az ürünler seçerek tırnakların doğal yapısını koruyabilirsiniz [37], [38]. Tırnak sağlığını korumak sadece bakım rutiniyle sınırlı değildir; aynı zamanda tırnak mantarı gibi enfeksiyonlara karşı da önlem almak gerekir. Bu nedenle erken teşhis ve doğru tırnak mantarı tedavisi uygulamaları büyük önem taşır. Cilt-Tırnak Bütünlüğüne Uygun Temizleyici Seçimi (SLS İçermeyen Ürünler) Tırnak sağlığı sadece tırnak bakımından ibaret değildir. Ciltle uyumlu bir temizleyici seçimi yapmak önemlidir. Tırnak etleri tırnağı destekleyen bir bariyer görevi görmektedir. Bu sebeple, uygun temizleyici ürünlerin seçilmesi, cilt-tırnak bütünlüğünün korunmasında kritik rol oynamaktadır.  SLS (Sodyum Lauril Sülfat) cilt bakım ürünlerinde yaygın temizleme maddesi olarak kullanılan yüzey aktif maddedir [39]. SLS cilt lipitlerinin bileşimini bozarak stratum korneum yüzeyinden lipitleri uzaklaştırabilir ve böylece cilt bariyer fonksiyonunu bozabilir [40]. Tırnak çevresindeki ciltte daha hassas olduğundan bu etki daha belirgin olabilmektedir. Özellikle ellerin suyla sık temas ettiği durumlarda, SLS içeren temizleyici ürünler tırnak etlerinin kurumasına, çatlamasına yol açabilmektedir. Ayrıca, tırnakları besleyen ve güçlendiren doğal yağların kaybolmasına sebep olabilmektedir. Cilt-tırnak bütünlüğünü korumak için uygun bakım yapılmalı ve cilt dostu, SLS içermeyen ürünler tercih edilmelidir. [41]. Nemlendirici İçerikler (Seramid, Panthenol) ile Tırnak Çevresi Bakımı Nemlendirici içerikli ürünler tırnakların nem dengesinin korunması, kırılma ve çatlama riskini önemli ölçüde azaltmaktadır. Seramid ciltte doğal olarak bulunan ve cilt bariyerinin güçlenmesine yardımcı olan lipitlerdendir. Cildin nemli kalmasını sağlar, kuruma ve tahrişi engellemektedir [42]. Panthenol, tırnak çevresi bakımında önemli bir bileşendir.  Panthenol suda çözünen ve higroskopik bir madde olduğu için cilt nemlendirme etkisi vardır. Cildi nemlendirmenin yanı sıra pürüzlü görünümü iyileştirmektedir. Aynı zamanda bu özelliği sayesinde cilt tahrişine ve SLS gibi maddelerden kaynaklanan hasarlara karşı koruyucu etkiler de göstermektedir [43].Nemlendirici ürünlerin düzenli kullanımı, tırnak plağı ve etlerinin sağlıklı ve güçlü kalmasına yardımcı olmaktadır.  Biyoteknolojik Aktiflerle Desteklenen Onarıcı Formüller Tırnak sağlığını desteklemek amacıyla biyoaktif içerikli tırnak ürünlerinin kullanımı, son yıllarda büyük bir önem kazanmıştır. Biyoaktif içerikli tırnak ürünleri, tırnak sağlığını destekleyen ve onaran çeşitli biyoteknolojik ve doğal bileşenler içermektedir. Keratin, biotin, hyalüronik asit, panthenol, seramid ve çeşitli yağlar gibi içerikler, tırnakların güçlü ve sağlıklı olmasına katkı sağlamaktadır. Bu bileşenler, tırnak yapısının güçlenmesini sağlarken, nem dengesinin korunmasına ve tırnak çevresindeki cilt bariyerinin iyileştirilmesine de yardımcı olmaktadır [44].Onarıcı, besleyici ve nemlendirici formülü ile tırnak bakım kalemi, tırnakların sağlıklı bir görünüm kazanmasını sağlamaktadır.   Kaynakça1.    Fawcett, R. S., Linford, S., & Stulberg, D. L. (2004). Nail abnormalities: clues to systemic disease. American family physician, 69(6), 1417-1424.2.    Kim, B. R., Da-Ae, Y. U., Lee, S. R., Lim, S. S., & Je-Ho, M. U. N. (2023). Beau’s Lines and Onychomadesis: a systematic review of characteristics and aetiology. Acta Dermato-Venereologica, 103, 18251.3.    Robert, C., Sibaud, V., Mateus, C., Verschoore, M., Charles, C., Lanoy, E., & Baran, R. (2015). Nail toxicities induced by systemic anticancer treatments. The Lancet Oncology, 16(4), e181-e189.4.    Braswell, M. A., Daniel III, C. R., & Brodell, R. T. (2015). Beau lines, onychomadesis, and retronychia: a unifying hypothesis. Journal of the American Academy of Dermatology, 73(5), 849-855.5.    Metin, A., Güzeloğlu, M., Delice, İ., & Subaşı, Ş. " Beau Çizgileri" Tırnak Deformitesi.6.    Saraswat, N., Sood, A., Verma, R., Kumar, D., & Kumar, S. (2020). Nail changes induced by chemotherapeutic agents. Indian Journal of Dermatology, 65(3), 193-198.7.    Kim, B. R., Da-Ae, Y. U., Lee, S. R., Lim, S. S., & Je-Ho, M. U. N. (2023). Beau’s Lines and Onychomadesis: a systematic review of characteristics and aetiology. Acta Dermato-Venereologica, 103, 18251.8.    Kaptanoğlu, A. F., & Egemen, A. (2001). Sağlıklı çocuk izleminde tırnak muayenesi. Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi, 10(5), 168-173.9.    KARTAL, S. P. Cemile Tuğba ALTUNELa.10.    Piraccini, B. M., Iorizzo, M., Antonucci, A., & Tosti, A. (2004). Treatment of nail disorders. Clinical Practice, 1(1), 159.11.    Noppakun, N., & Swasdikul, D. (1986). Reversible hyperpigmentation of skin and nails with white hair due to vitamin B12 deficiency. Archives of dermatology, 122(8), 896-899.12.    Seshadri, D., & De, D. (2012). Nails in nutritional deficiencies. Indian Journal of Dermatology, Venereology and Leprology, 78, 237.13.    Cashman, M. W., & Sloan, S. B. (2010). Nutrition and nail disease. Clinics in dermatology, 28(4), 420-425.14.    Yamaguchi, T., & Shimizu, K. (2022). Koilonychia in a Patient with Heart Failure and Iron Deficiency Anemia. The American Journal of Medicine, 135(10), e393-e394.15.    GÜNDÜZ, M. (2017). Demir Eksikliği Semptom ve Klinik Bulguları. Turkiye Klinikleri Hematology-Special Topics, 10(3), 171-175.16.    Bolaman, Z. (2004). Demir Eksikliği Anemisi. 6. Ulusal İç Hastalıkları Kongresi Kongre Program ve Bildiri Özetleri Kitabı, 50-57.17.    Walker, J., Baran, R., Vélez, N., & Jellinek, N. (2016). Koilonychia: an update on pathophysiology, differential diagnosis and clinical relevance. Journal of the European Academy of Dermatology and Venereology, 30(11), 1985-1991.18.    Kannan, S., Balakrishnan, J., & Nagarajan, P. (2024). Vitamin B7 (Biotin) and Its Role in Hair, Skin and Nail Health. In Hydrophilic Vitamins in Health and Disease (pp. 233-252). Cham: Springer International Publishing.19.    Iorizzo, M., Pazzaglia, M., M Piraccini, B., Tullo, S., & Tosti, A. (2004). Brittle nails. Journal of cosmetic dermatology, 3(3), 138-144.20.    Holzberg, M. (2012). The nail in systemic disease. Baran & Dawber's Diseases of the Nails and their Management, 315-412.21.    Satasia, M., & Sutaria, A. H. (2023). Nail Whispers Revealing Dermatological and Systemic Secrets: An Analysis of Nail Disorders Associated With Diverse Dermatological and Systemic Conditions. Cureus, 15(9).22.    Sobolewski, P., Walecka, I., & Dopytalska, K. (2017). Nail involvement in psoriatic arthritis. Reumatologia/Rheumatology, 55(3), 131-135.23.    Satasia, M., & Sutaria, A. H. (2023). Nail Whispers Revealing Dermatological and Systemic Secrets: An Analysis of Nail Disorders Associated With Diverse Dermatological and Systemic Conditions. Cureus, 15(9).24.    Jiaravuthisan, M. M., Sasseville, D., Vender, R. B., Murphy, F., & Muhn, C. Y. (2007). Psoriasis of the nail: anatomy, pathology, clinical presentation, and a review of the literature on therapy. Journal of the American Academy of Dermatology, 57(1), 1-27.25.    Mullin, G. E., & Eastern, J. S. (1986). Cutaneous consequences of accelerated thyroid function. Cutis, 37(2), 109-114.26.    Rosenberg, A., & Lipner, S. R. (2022). Nail changes associated with thyroid disease. Cutis, 110(2), E8-E12.27.    Heymann, W. R. (1992). Cutaneous manifestations of thyroid disease. Journal of the American Academy of Dermatology, 26(6), 885-902. 28.    Safer, J. D. (2011). Thyroid hormone action on skin. Dermato-endocrinology, 3(3), 211-215. 29.    Dinani, N., & George, S. (2019). Nail cosmetics: a dermatological perspective. Clinical and Experimental Dermatology, 44(6), 599-605.30.    Iorizzo, M., Piraccini, B. M., & Tosti, A. (2007). Nail cosmetics in nail disorders. Journal of cosmetic dermatology, 6(1), 53-58.31.    Chen, A. F., Chimento, S. M., Hu, S., Sanchez, M., Zaiac, M., & Tosti, A. (2012). Nail damage from gel polish manicure. Journal of cosmetic dermatology, 11(1), 27-29.32.    Rieder, E. A., & Tosti, A. (2016). Cosmetically induced disorders of the nail with update on contemporary nail manicures. The Journal of clinical and aesthetic dermatology, 9(4), 39.33.    Arora, H., & Tosti, A. (2017). Safety and efficacy of nail products. Cosmetics, 4(3), 24.34.    Bansal, S., & Grover, C. (2024). Adverse effects of nail cosmetics and how to prevent them. Cosmoderma, 4.35.    Barba, C., Méndez, S., Martí, M., Parra, J. L., & Coderch, L. (2009). Water content of hair and nails. Thermochimica Acta, 494(1-2), 136-140.36.    Maeda, K., & Iwashita, N. (2022). Experimental Study of the Reduction in Ceramide Content in Fingernails Due to Nail Polish Remover Use. Cosmetics, 9(6), 125.37.    Chessa, M. A., Iorizzo, M., Richert, B., López-Estebaranz, J. L., Rigopoulos, D., Tosti, A., ... & Piraccini, B. M. (2020). Pathogenesis, clinical signs and treatment recommendations in brittle nails: a review. Dermatology and therapy, 10, 15-27.38.    Menge, J. Tips for Nail Health.39.    Fiume, M., Bergfeld, W. F., Belsito, D. V., Klaassen, C. D., Marks, J. G., Shank, R. C., ... & Andersen, F. A. (2010). Final report on the safety assessment of sodium cetearyl sulfate and related alkyl sulfates as used in cosmetics. International journal of toxicology, 29(3_suppl), 115S-132S.40.    Wilhelm, K. P., Freitag, G., & Wolff, H. H. (1994). Surfactant-induced skin irritation and skin repair: evaluation of a cumulative human irritation model by noninvasive techniques. Journal of the American Academy of Dermatology, 31(6), 981-987.41.    Leoty-Okombi, S., Gillaizeau, F., Leuillet, S., Douillard, B., Le Fresne-Languille, S., Carton, T., ... & André, V. (2021). Effect of sodium lauryl sulfate (SLS) applied as a patch on human skin physiology and its microbiota. Cosmetics, 8(1), 6.42.    Baran, R., & Maibach, H. I. (Eds.). (2017). Textbook of Cosmetic Dermatology. CRC Press.43.    Ebner, F., Heller, A., Rippke, F., & Tausch, I. (2002). Topical use of dexpanthenol in skin disorders. American journal of clinical dermatology, 3, 427-433.44.    Gomes, C., Silva, A. C., Marques, A. C., Sousa Lobo, J., & Amaral, M. H. (2020). Biotechnology applied to cosmetics and aesthetic medicines. Cosmetics, 7(2), 33.

Devamını oku
Güvenli Güneş Koruması: Oksibenzon ve Hormon Dengesi İlişkisi - ya da multicosmetics

Güvenli Güneş Koruması: Oksibenzon ve Hormon Dengesi İlişkisi

Oksibenzon (Benzofenon-3) Nedir?  Oksibenzon ((Benzofenon-3), güneş kremlerinde kullanılan cildi hem UV-B hem de UV-A radyasyonuna karşı koruyan bir filtredir. Oksibenzonun Endokrin Sistem Üzerindeki Etkileri Endokrin sistem, hormonları üreten ve kana salgılayan organlar ve bezlerden oluşan sistem için kullanılan bir terimdir. (14) Endokrin sistem; hipotalamus, epifiz bezi, hipofiz bezi, tiroit bezi, paratiroit bezi, timüs bezi, adrenal bezler ve pankreas, erkeklerde testisler, kadınlarda yumurtalıklar ve hamilelik döneminde plasentadan oluşmaktadır.(14) Yapılan bilimsel çalışmalara göre en endişe verici güneş kremi aktif maddesi oksibenzondur. Cilt tarafından kolayca emilir. Hormon dengesini bozucu etkileri vardır. (1) Östrojen Benzeri Aktivite  Endokrin bozucu kimyasallar ile ilgili artan kanıtlar, östrojenik veya antiandrojenik etkileri nedeniyle üreme sistemi ve prostat dahil olmak üzere endokrin sistem üzerinde olumsuz etkilerini göstermektedir. (2) Yapılan in vivo ve in vitro çalışmalara göre oksibenzon östrojen reseptörüne bağlanabilir ve vücutta doğal östrojen gibi davranabilir. Bu durum özellikle meme kanseri hücrelerinde hücre çoğalmasını (proliferasyon) artırabilir ve üreme sağlığını olumsuz etkileyebilir. (3) Tiroid Fonksiyonlarına Etkisi Oksibenzonun (benzofenon-3) tiroid fonksiyonları üzerinde potansiyel bozucu etkileri olduğu çeşitli çalışmalarla ortaya koyulmuştur. Bu etkiler, oksibenzonun tiroid hormonlarının (özellikle T3 ve T4) sentezi, salgılanmaları ve reseptör etkileşimlerini değiştirici özelliği ile ilişkilidir. Fareler üzerinde yapılan çalışmalarda oksibenzonun tiroid hormonları olan T3 (triiyodotironin) ve T4 (tiroksin) seviyelerini azaltabileceği gösterilmiştir. Hipotiroidizme benzer sonuçlara yol açabilir. Tiroid hormon düzeylerindeki azalma feedback mekanizması ile tiroid stimülan hormon (TSH) düzeylerinde artışa neden olabilir. Bu durum uzun vadede tiroit fonksiyon bozukluklarına yol açabilir. (4) Bazı epidemiyolojik çalışmalar oksibenzon gibi hormon sistemi bozucu maddelerin otoimmün tiroid hastalıklarının gelişimiyle ilişkili olabileceğini öne sürmektedir. (3) Tiroit hormonları beyin gelişimi ve metabolizma üzerinde kritik rol oynar. Oksibenzon hamilelerde kullanımı sonucu fetüste nörogelişimsel bozukluklara sebep olması ile dikkatleri üzerine çekmektedir. (4) Üreme Sağlığı Üzerindeki Etkileri Oksibenzonun üreme sağlığı üzerindeki etkileri, hem erkek hem de kadın üreme sistemine yönelik olumsuz sonuçlar doğurabilme potansiyeli çeşitli bilimsel çalışmalarda incelenmiştir. Oksibenzona maruz kalmanın, sperm kalitesinde azalma ve sperm motilitesinde düşüş ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Yapılan hayvan deneylerinde oksibenzonun testis ağırlığını azaltabileceği ve testosteron seviyelerini düşürebileceği rapor edilmiştir. (4) Buck Louis ve arkadaşları tarafından yapılan epidemiyolojik bir çalışmaya göre de oksibenzonun insanlarda sperm sayısında azalmaya neden olabilceği ve DNA hasarına yol açabileceği belirtilmektedir. (5) Oksibenzonun östrojen benzeri etkileri nedeniyle hormonal döngüleri bozabileceği ve erken menopoz gibi sorunlara yol açabileceği düşünülmektedir. (3) Gebelikte oksibenzona maruz kalan kadınlarda düşük doğum ağırlığı ve erken doğum riskinin arttığı görülmektedir. (6) Oksibenzonun Vücuda Geçiş Yolları Oksibenzonun vücuda geçiş yolları çevresel ve kişisel bakım ürünleri yoluyla maruziyetle ilişkilidir. İnsan vücuduna genellikle bu iki temel yolla girdiği görülmektedir. Dermal Absorbsiyon Oksibenzonun en yaygın geçiş yolu hormon bozucu güneş kremleri gibi kişisel bakım ürünleri ile deri yoluyla emilimdir. (7) Oksibenzon lipofilik (yağda çözünen) bir bileşik olduğu için epidermal lipit tabakasından kolayca geçebilir. (8) Emilim oranı, cilt bariyerinin bütünlüğüne, uygulama sıklığına, oksibenzon konsantrasyonuna ve uygulanan cilt yüzeyinin genişliğine bağlı olarak değişir. (8) UV ışınlarına maruz kalma, oksibenzon emilimini artırabilir. Bu durum cilt bariyerinin zayıflaması ve daha derin tabakalara ulaşma olasılığının artmasından kaynaklanır. (9)  Sistemik Dolaşıma Katılması Deri yoluyla emilen (transdermal geçiş) oksibenzon epidermal bariyeri geçerek dermis tabakasına ulaşır ve kan dolaşımına katılır.  Matta ve arkadaşlarının 2019 yılında JAMA dergisinde yayımladıkları bir çalışmada oksibenzon içeren güneş koruyucularının cilde uygulanmasından sonra plazma konsantrasyonları ölçülmüştür. (7) 24 katılımcı ile dört gün boyunca günde dört kez oksibenzon içeren güneş koruyucu uygulanmış ve her uygulamadan sonra düzenli aralıklarla plazma örnekleri toplanmıştır.(7) İlk uygulama sonrası oksibenzon plazma konsantrasyonu 0.5 ng/ml gibi düşük bir seviyeden başlamış, uygulama sayısı arttıkça hızlı bir şekilde yükselmiştir.(7) Dördüncü gün sonunda plazma oksibenzon seviyeleri 210.1 ng/ml seviyesine kadar çıkmıştır.(7) Uygulama sonlandırıldıktan sonra oksibenzonun plazmada kalma süresi yaklaşık 24-48 saat olarak hesaplanmıştır. (7) Ancak bazı katılımcılarda uygulama sona erdikten 4 gün sonrasına kadar plazmada tespit edilmiştir. (7) Bu bulgular oksibenzonun cilt bariyerini aşıp kan dolaşımına girdiğini, tekrarlanan uygulamalar ile birikim yaptığını, vücutta metabolize edilip yavaş yavaş atıldığını ve bireysel farklılıklara bağlı olarak plazmada kalma süresinde değişiklik gösterdiğini ortaya koymaktadır. Sistemik dolaşıma katılan oksibenzon, plazma proteinlerine bağlanır ve vücutta çeşitli dokulara taşınır. Biyotransformasyonu ise karaciğerde gerçekleşir ve glukuronidasyon yoluyla daha polar metabolitlere dönüştürülerek atılır. (10) Risk Grupları Oksibenzon zararları ile gündeme geldiğinden beri, etkilenecek popülasyon önem kazanmaya başladı. Oksibenzonun zararlarından en çok etkilenebilecek risk grupları hamile kadınlar, fetüsler, bebekler, küçük çocuklar, hormon dengesizliği olan kişiler, alerjik reaksiyonlara eğimli bireyler, kanser geçmişi olan bireyler, yüksek kanser riski taşıyan bireyler olarak sıralanmaktadır. Hamileler ve Emziren Anneler Oksibenzonun plasenta bariyerini aşarak fetüse geçebildiği birçok çalışmada kanıtlanmıştır. Bu geçiş fetal gelişim üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Çin’de gebe kadınlarda yapılan bir çalışmada fenol türevlerine (özellikle oksibenzon, bisfenol A gibi kimyasallar) prenatal maruziyetin doğum ağırlığı, gebelik süresi ve yenidoğan sağlığı üzerindeki etkileri değerlendirilmeye çalışılmıştır. 450 kadının gebelik dönemlerinde idrar örnekleri alınarak fenol ve oksibenzon metabolit düzeyleri ölçülmüştür. Yenidoğanların doğum ağırlığı, doğum zamanları, baş çevresi ve sağlık durumları gibi parametreler kaydedilmiştir. İdrar örneklerinde benzofenon-3 (BP-3) metabolitleri analiz edilmiş, elde edilen veriler hamilelik dönemindeki kimyasal maruziyet seviyelerini değerlendirmek için kullanılmıştır. Ölçülen seviyeler, fenol maruziyeti olmayan gebe kadınlarla karşılaştırılmıştır. Gebelik boyunca oksibenzona yüksek seviyede maruz kalan annelerin bebeklerinin doğum ağırlığı, düşük maruziyet seviyesine sahip kadınların bebeklerine göre ortalama 120-150 gram daha düşük bulunmuştur. Oksibenzon seviyelerinin en yüksek çeyreğinde yer alan annelerin bebeklerinde düşük doğum ağırlığı görülme olasılığı %22 artmıştır.  Oksibenzon metabolitleri seviyeleri yüksek olan kadınlarda erken doğum (37. Gebelik haftasından önce doğum) riski belirgin şekilde artmıştır. Erken doğum oranı oksibenzon seviyeleri yüksek olan grupta %18, düşük seviyede olan grupta ise %8 olarak tespit edilmiştir. (11) Yüksek oksibenzon maruziyeti bebeklerin baş çevresi ortalama 0,5 cm daha küçük ölçülmüştür. Prenatal oksibenzon maruziyeti fetal büyüme kısıtlaması (FGR) riskini artırmıştır. FGR vakaları maruziyetin yüksek olduğu grupta daha sık görülmüştür. (11) Emziren anneler üzerindeki etkileri konusunda spesifik ve kapsamlı bilimsel çalışmalar sınırlıdır. Birçok çalışma, güneş kremi kullanıcılarının anne sütünde değişen miktarlarda oksibenzon ve oktinoksat bulunduğunu bulmuştur. Bu kimyasalların emzirilen bebeklerde olumsuz etkilere neden olacak kadar yüksek miktarlarda aktarılıp aktarılmadığı henüz bilinmemektedir. (12,13) Anne ve bebek sağlığını korumak için oksibenzon içermeyen güneş kremleri tercih edilmeli ve gerekirse bir sağlık profesyoneline danışılması önemlidir. Nanopartikül olmayan çinko oksit içeren güneş koruyucular emziren anneler için iyi bir alternatiftir. (17) Çocuklar ve Ergenler Çocukluk ve ergenlik dönemlerinde hormonal değişiklikler çok daha hassas olduğu için oksibenzon maruziyeti bu yaş grubunda daha ciddi sonuçlara yol açabilir. Ayrıca çocukların ciltleri daha hassas ve geçirgen olduğundan birikim riski daha yüksektir. Birçok endokrin bozucu kimyasalın erken ergenliğe sebep olduğu gözlenmiştir. Erken ergenlik, ikincil cinsiyet özelliklerinin normalden erken belirginleşmesiyle ilgili patolojik bir durumu ifade etmektedir. Çocukların hormon salgısında artışa sebep olduğundan hem fiziksel hem psikolojik sağlıklarını tehdit edecek sonuçları olur. Kız çocuklarında genelde bir sebep belirlenemez iken erkek çocuklarında belirli bir sebep bulunabilmesi ihtimali daha yüksektir. (14) Erken ergenlik, epifiz bezlerinin erken birleşmesine, bunun sonucunda da gelişimin erken tamamlanmasına sebep olur. Hipotalamusta hematom oluşması, hipofiz bezinde adenom oluşumu, sinir sisteminde tümörler, yetişkinlikte kısa boy, meme veya üreme sistemi kanserleri, erken ergenlikle ilişkilendirilmiştir. (14) Güvenli Alternatifler Cilt bakımı ürünleri ve güneş kremi seçimi yapılması gerektiği durumlarda güneş kremlerinin içeriklerine dikkatlice bakılması gerekmektedir. Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç Dairesi (FDA)’nın son açıklamalarına göre 16 bileşen incelenmiş ve yalnızca ikisinin, çinko oksit ve titanyum dioksitin, mevcut bilgilere göre "genel olarak güvenli ve etkili olarak kabul edildiğini" veya GRASE olduğunu bildirilmiştir. (15,16) Güvenlik sorunlarını gösteren verilere göre nadiren kullanılan iki güneş kremi bileşeni olan aminobenzoik asit ve trolamin salisilatın GRASE olmadığını ileri sürülmüştür. (15,16) FDA, yetersiz veri nedeniyle 12 diğer bileşenin GRASE olmadığını belirtmektedir: Oksibenzon avobenzon, sinoksat, dioksibenzon, ensülizol, homosalat, meradimat, oktinoksat, oktisalat, oktokrilen, padimat O ve sulizobenzon.(15,16) Mineral Bazlı Güneş Koruyucular  FDA tarafından onaylanan güneş kremi bileşeni olan çinko oksit gibi mineral güneş kremleri hem UVA hem de UVB ışınlarını engellemek ve yansıtmak için fiziksel bir bariyer oluşturur. Titanyum dioksit genellikle kozmetiklerde güneş kremi olarak bulunur, ancak bazı UVA ışınlarını engellemede o kadar etkili değildir ve bu nedenle güneş koruması için (tek başına) tercih edilmez. (17) Daha güvenli güneş kremleri kullanmak istenildiğinde nanopartikül olmayan çinko oksit içeren güneş koruyucular tercih edilebilir. Bu form cilt üzerinde kalır (ciltten emilip kan dolaşımına katılmaz) ve UV ışınlarını dağıtarak, emerek ve yansıtarak koruma sağlar. (17) Dezavantajları ise cilt yüzeyinde beyaz bir kalıntı şeklinde durabilmeleridir. (17) Sistemik dolaşıma geçmediği için anne sütüne geçiş yapmaz ve emziren anneler için iyi bir alternatiftir. (17) Nanopartikül çinko oksit formülasyonları da bulunmaktadır ve beyaz kalıntı görünümü azaltmak için yapılmıştır. (17) Ancak, küçük nanopartiküllerin cilde nüfuz etme ve sistemik olarak küçük bir dereceye kadar emilme yeteneği bulunur. (17) Yine de, nanopartikül çinko oksidin kimyasal güneş kremlerine göre daha düşük emilime ve dolayısıyla daha düşük potansiyel yan etki riskine sahip olduğu görülmektedir. (17) Buna karşın anne sütüyle beslenen bebeklerde ishale neden olacak kadar nanopartikül çinko oksit kullanmasının mümkün olduğunu öne süren bir rapor bulunmaktadır. (18) Doğal UV Filtreleri Sistematik veritabanı taraması yapılan bir araştırmaya göre in vitro insan keratinosit hücreleri (HaCaT) üzerinde UV ışınlarının etkileri ve in vivo fare modellerinde UVB ışınlarına maruziyet incelenmiştir. Doğal UV fitreler için örnek bazı bitkisel kaynaklar Hibiscus roseus, Moringa oleifera, Coffea arabica ve Vinis vinifera olarak gösterilmiştir. (19) Doğal UV filtreler genellikle flavonidler, polifenoller, fenolik asitler ve karotenoidler gibi bitkisel bileşiklerden oluşur. Flavonoidler ve fenolik bileşikler moleküler yapılarındaki çift bağlar sayesinde 200-400 nm dalga boyundaki UV ışınlarını absorbe eder. Bitkisel polifenoller serbest radikal üretimini engelleyerek oksidatif stresi azaltır bu şekilde cilt hücrelerini UV ışınlarının neden olduğıu DNA hasarından korur. (19) Ayrıca bazı içerikler matris metalloproteinazların (MMP) inhibisyonunu artırarak ciltte kolajen yıkımını azaltarak kırışıklık oluşumunu azaltır. (19) Yasal Düzenlemeler ve Sınırlamalar Oksibenzon hem insan sağlığı hem de çevresel etkileri nedeniyle çeşitli yasal düzenlemelere ve sınırlamalara tabidir. AB Kozmetik Yönetmeliği’ne ve ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA)’ya göre güneş koruyucularda oksibenzonun maksimum %6 oranında kullanımı onaylanmıştır. Ancak Avrupa Komisyonu’nun bir raporunda mevcut insan maruziyeti seviyelerinin güvenli olmadığı belirtilmiş ve bu nedenle oksibenzon konsantrasyonunun %2.2 ile sınırlandırılması önerilmiştir. (16) 2021 yılında FDA oksibenzonun güvenliği ile ilgili yeterli veri bulunmadığını belirtmiş ve güvenlik testlerinin tamamlanmasını talep etmiştir. (16) ABD, Hawaii’de 1 Ocak 2021’den itibaren oksibenzon içeren güneş koruyucuların satışı yasaklanmıştır. (20) Ek olarak oksibenzonun mercan resiflerine zarar verdiği ve deniz yaşamını olumsuz etkilediği bilimsel çalışmalarla gösterilmiştir. (21) Bilinçli Tüketici Rehberi Oksibenzonun insan vücudunda birikimi ve nesiller arası aktarımı üzerinde yapılan çalışmalar ışığında güvenli alternatif ürünlerin kullanımı potansiyel risklerden kaçınmak ve çevre sağlığının korunmasının anahtarıdır. (22) Güneş kremi seçiminde içerik listesi dikkatli bir şekilde incelenmeli ve oksibenzon gibi kimyasalların olmadığı güneş kremleri ya da mineral bazlı doğal güneş koruyucular veya doğal ve bitkisel UV koruyucular tercih edilmelidir. Ya da sizler için HelioVita güneşten koruyucu serisini tüm bu ayrıntılara dikkat ederek, güvenle kullanmanız için oluşturdu. Hamile kadınlar, fetüsler, bebekler, küçük çocuklar, hormon dengesizliği olan kişiler, alerjik reaksiyonlara eğimli bireyler, kanser geçmişi olan bireyler, yüksek kanser riski taşıyan bireylerde güneş kremi seçiminde çok daha titiz olunmalıdır. Güneş kremi kullanmak istenmiyorsa güneşten korunmak için şapka, güneş gözlüğü, uzun kollu giysiler gibi fiziksel koruma önlemleri alınmalıdır. Güneş maruziyeti, kum ve sıcak hava, rüzgar gibi maruziyetler sonrası cildinizin kaybettiği nemi Remedium Vücut Losyonu yerine koyacaktır. Referanslar 1) Ghazipura M, McGowan R, Arslan A, Hossain T. Exposure to benzophenone-3 and reproductive toxicity: A systematic review of human and animal studies. Reprod Toxicol. 2017 Oct;73:175-183. doi: 10.1016/j.reprotox.2017.08.015. Epub 2017 Aug 24. PMID: 28844799. 2) Vitku J, Skodova T, Varausova A, Gadus L, Michnova L, Horackova L, Kolatorova L, Simkova M, Heracek J. Endocrine Disruptors and Estrogens in Human Prostatic Tissue. Physiol Res. 2023 Dec 17;72(S4):S411-S422. doi: 10.33549/physiolres.935246. PMID: 38116777. 3) Krause, M., Klit, A., Blomberg Jensen, M., Søeborg, T., Frederiksen, H., Schlumpf, M., Lichtensteiger, W., Skakkebaek, N.E. and Drzewiecki, K.T. (2012), Sunscreens: are they beneficial for health? An overview of endocrine disrupting properties of UV-filters. International Journal of Andrology, 35: 424-436. https://doi.org/10.1111/j.1365-2605.2012.01280.x 4) Amira M. Aker, Lauren Johns, Thomas F. McElrath, David E. Cantonwine, Bhramar Mukherjee, John D. Meeker, Associations between maternal phenol and paraben urinary biomarkers and maternal hormones during pregnancy: A repeated measures study,Environment International,Volume 113,2018,Pages 341-349, ISSN 0160-4120, https://doi.org/10.1016/j.envint.2018.01.006. 5) Buck Louis GM, Sundaram R, Schisterman EF, Sweeney AM, Lynch CD, Gore-Langton RE, Maisog J, Kim S, Chen Z, Barr DB. Persistent environmental pollutants and couple fecundity: the LIFE study. Environ Health Perspect. 2013 Feb;121(2):231-6. doi: 10.1289/ehp.1205301. Epub 2012 Nov 14. PMID: 23151773; PMCID: PMC3569685. 6) Wolff MS, Engel SM, Berkowitz GS, Ye X, Silva MJ, Zhu C, Wetmur J, Calafat AM. Prenatal phenol and phthalate exposures and birth outcomes. Environ Health Perspect. 2008 Aug;116(8):1092-7. doi: 10.1289/ehp.11007. PMID: 18709157; PMCID: PMC2516577. 7) Matta MK, Florian J, Zusterzeel R, Pilli NR, Patel V, Volpe DA, Yang Y, Oh L, Bashaw E, Zineh I, Sanabria C, Kemp S, Godfrey A, Adah S, Coelho S, Wang J, Furlong LA, Ganley C, Michele T, Strauss DG. Effect of Sunscreen Application on Plasma Concentration of Sunscreen Active Ingredients: A Randomized Clinical Trial. JAMA. 2020 Jan 21;323(3):256-267. doi: 10.1001/jama.2019.20747. Erratum in: JAMA. 2020 Mar 17;323(11):1098. doi: 10.1001/jama.2020.1950. PMID: 31961417; PMCID: PMC6990686. 8) Nadeem Rezaq Janjua, Brian Mogensen, Anna-Maria Andersson, Jørgen Holm Petersen, Mette Henriksen, Niels E. Skakkebæk, Hans Christian Wulf,Systemic Absorption of the Sunscreens Benzophenone-3, Octyl-Methoxycinnamate, and 3-(4-Methyl-Benzylidene) Camphor After Whole-Body Topical Application and Reproductive Hormone Levels in Humans,Journal of Investigative Dermatology,Volume 123, Issue 1,2004,Pages 57-61,ISSN 0022-202X,https://doi.org/10.1111/j.0022-202X.2004.22725.x. 9) Gonzalez H, Farbrot A, Larkö O, Wennberg AM. Percutaneous absorption of the sunscreen benzophenone-3 after repeated whole-body applications, with and without ultraviolet irradiation. Br J Dermatol. 2006 Feb;154(2):337-40. doi: 10.1111/j.1365-2133.2005.07007.x. PMID: 16433806. 10) Janjua NR, Mogensen B, Andersson AM, Petersen JH, Henriksen M, Skakkebaek NE, Wulf HC. Systemic absorption of the sunscreens benzophenone-3, octyl-methoxycinnamate, and 3-(4-methyl-benzylidene) camphor after whole-body topical application and reproductive hormone levels in humans. J Invest Dermatol. 2004 Jul;123(1):57-61. doi: 10.1111/j.0022-202X.2004.22725.x. PMID: 15191542.  11) Tang R, Chen MJ, Ding GD, Chen XJ, Han XM, Zhou K, Chen LM, Xia YK, Tian Y, Wang XR. Associations of prenatal exposure to phenols with birth outcomes. Environ Pollut. 2013 Jul;178:115-20. doi: 10.1016/j.envpol.2013.03.023. Epub 2013 Apr 3. PMID: 23562958. 12) Anderson PO. Summer Topics on Breastfeeding. Breastfeed Med. 2020 Jun;15(6):354-356. doi: 10.1089/bfm.2020.0053. Epub 2020 Mar 20. PMID: 32196354. 13) Lin H. Chen, Caroline Zeind, Sheila Mackell, Trisha LaPointe, Margot Mutsch, Mary E. Wilson, Breastfeeding Travelers: Precautions and Recommendations, Journal of Travel Medicine, Volume 17, Issue 1, 1 January 2010, Pages 32–47, https://doi.org/10.1111/j.1708-8305.2009.00362.x 14) https://yadacosmetics.com/blogs/uzman-gozuyle/endokrin-hormon-sistemi-bozucu-kimyasal-maddeler-ve-erken-ergenlik-i%CC%87liskisi 15) https://www.fda.gov/drugs/cder-conversations/update-sunscreen-requirements-deemed-final-order-and-proposed-order  16) https://www.ewg.org/sunscreen/report/the-trouble-with-sunscreen-chemicals/ 17) https://www.infantrisk.com/content/sunscreen-smarts-breastfeeding-families 18) Ceballos-Rasgado M, Lowe NM, Mallard S, Clegg A, Moran VH, Harris C, Montez J, Xipsiti M. Adverse Effects of Excessive Zinc Intake in Infants and Children Aged 0-3 Years: A Systematic Review and Meta-Analysis. Adv Nutr. 2022 Dec 22;13(6):2488-2518. doi: 10.1093/advances/nmac088. PMID: 36055780; PMCID: PMC9776731. 19) Li L, Chong L, Huang T, Ma Y, Li Y, Ding H. Natural products and extracts from plants as natural UV filters for sunscreens: A review. Animal Model Exp Med. 2023 Jun;6(3):183-195. doi: 10.1002/ame2.12295. Epub 2022 Dec 19. PMID: 36536536; PMCID: PMC10272908. 20) https://www.personalcarecouncil.org/sunscreen/ 21) https://www.surfrider.org/news/your-guide-to-reef-friendly-sunscreens 22) Çetinkaya S. Endokrin çevre bozucular ve ergenlik üzerine etkileri. diclemedj. Mart 2009;36(1):59-66.

Devamını oku
İklim Değişikliğinin Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim Üzerindeki Etkileri - ya da multicosmetics

İklim Değişikliğinin Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim Üzerindeki Etkileri

İklim değişikliği, sanayi devriminden bu yana hızla artan fosil yakıt tüketimi, doğal kaynakların aşırı kullanımı ve çevreye duyarsız üretim modelleri nedeniyle günümüzün en büyük küresel sorunlarından biri haline gelmiştir. Sürdürülebilir üretim ve tüketim anlayışı ise, mevcut kaynakları gelecek nesillere zarar vermeden kullanmayı amaçlayan bir yaklaşım olup, iklim değişikliği ile mücadelede kritik bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda, özellikle kozmetik endüstrisi gibi geniş çapta hammadde tüketen sektörlerin çevresel etkilerini minimize edecek adımlar atması gerekmektedir. Yenilenebilir enerji, sürdürülebilir tarım, biyoçeşitliliğin korunması ve biyoteknolojik çözümler, iklim dostu üretim modelleri arasında öne çıkmaktadır. Küresel ısınma ile kaynak yönetimi arasındaki bağın doğru kurulması, hem doğayı koruyacak hem de uzun vadede ekonomik ve sosyal sürdürülebilirliği destekleyecektir. İklim Değişikliği ve Sürdürülebilirlik İlişkisi: Temel Kavramlar İklim değişikliği, fosil yakıtlara dayalı enerji üretimi sonucunda sera gazı emisyonlarının artmasıyla birlikte küresel sıcaklıkların yükselmesi, aşırı hava olaylarının şiddetlenmesi, su kaynaklarının azalması ve ekosistem dengesinin bozulması gibi sonuçlara yol açan küresel bir sorundur. Sürdürülebilirlik ise doğal kaynakları tüketmeden, çevreye zarar vermeden ekonomik ve toplumsal kalkınmayı sağlamayı amaçlayan bir yaklaşımdır. Sürdürülebilirlik politikası, çevresel, ekonomik ve sosyal boyutlarıyla dengeli bir kalkınma sağlamayı hedeflerken, iklim değişikliği bu dengenin bozulmasına yol açmaktadır. İklim değişikliği, sürdürülebilirliği tehdit eden en büyük faktörlerden biri olarak, doğal kaynak yönetiminde uzun vadeli planlamalar yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, karbon ayak izinin azaltılması, su ve enerji verimliliği gibi sürdürülebilir uygulamalar, iklim değişikliğinin etkilerini hafifletmeye yardımcı olabilir. Ayrıca, döngüsel ekonomi anlayışıyla atık üretimini azaltmak, doğa dostu üretim süreçlerine yönelmek ve ekosistemleri koruyarak biyoçeşitliliği desteklemek, sürdürülebilir kalkınma için kritik öneme sahiptir. Küresel ölçekte iklim değişikliğiyle mücadelede başarılı olabilmek için, sürdürülebilirlik ilkelerinin her sektörde ve bireysel düzeyde benimsenmesi gerekmektedir. Küresel Isınma ile Kaynak Yönetimi Arasındaki Bağ Küresel ısınma, fosil yakıt tüketimi, ormansızlaşma ve sanayi faaliyetleriyle hızlanarak doğal kaynak yönetimini giderek daha kritik hale getirmektedir. Artan sıcaklıklar su kıtlığını tetiklemekte, buzulların erimesi deniz seviyelerini yükselterek kıyı bölgelerini tehdit etmekte ve aşırı hava olayları ekosistemleri tahrip etmektedir. Verimli kaynak yönetimi stratejileri olmadan bu etkileri durdurmak mümkün değildir. Enerji verimliliği uygulamaları, yenilenebilir enerji kaynaklarının yaygınlaştırılması ve döngüsel ekonomi modellerinin benimsenmesi hem karbon ayak izini azaltmak hem de kaynakları sürdürülebilir şekilde kullanmak için gereklidir. Özellikle kozmetik endüstrisi gibi üretim odaklı sektörlerde su tasarrufu, biyobozunur ambalaj kullanımı ve atık yönetimi gibi uygulamalar, küresel ısınmanın olumsuz etkilerini azaltmada kritik rol oynar. Küresel ısınma ile mücadelede kaynak yönetimi, sadece sanayi ve üretim süreçlerinde değil, bireysel tüketim alışkanlıklarında da değişimi zorunlu kılmakta; sürdürülebilirlik politikalarının hayata geçirilmesini kaçınılmaz hale getirmektedir. Kozmetik Endüstrisinin Ekolojik Ayak İzi Kozmetik endüstrisi, hammadde üretiminden ambalaj atıklarına kadar geniş bir ekolojik ayak izine sahiptir. Üretim süreçlerinde kullanılan petrol türevli kimyasallar, su tüketimi ve sera gazı emisyonları, çevresel sürdürülebilirliği tehdit eden başlıca unsurlardır. Mikroplastikler ve sentetik kimyasallar, su kaynaklarına karışarak deniz ekosistemlerini olumsuz etkilerken, tek kullanımlık plastik ambalajlar atık sorununu büyütmektedir. Sektörde sürdürülebilir üretime geçiş için biyolojik olarak parçalanabilir içerikler, su tasarrufu sağlayan üretim teknikleri ve geri dönüştürülebilir ambalajlar teşvik edilmelidir. Ayrıca, yenilenebilir enerji kullanımı ve karbon ayak izini azaltmaya yönelik süreçler, kozmetik üreticilerinin çevresel etkilerini minimize etmeleri için kritik öneme sahiptir. Tüketicilerin bilinçlenmesi ve sürdürülebilir ürünleri tercih etmesi, sektörde yeşil dönüşümü hızlandıracak önemli bir adımdır. İklim Krizi Ve Kozmetik Sektöründe Sürdürülebilir Üretim İklim krizi, kozmetik endüstrisini çevresel etkilerini azaltmaya ve sürdürülebilir kozmetik üretimi anlayışını benimsemeye zorlamaktadır. Bu dönüşümün en önemli bileşenlerinden biri yenilenebilir enerji kozmetik endüstrisi içinde yaygın olarak kullanılmaya başlanmasıdır. Güneş ve rüzgâr enerjisi gibi temiz enerji kaynaklarıyla çalışan üretim tesisleri, karbon emisyonlarını önemli ölçüde azaltarak sektörde çevresel sürdürülebilirliğe katkıda bulunmaktadır. Ayrıca, mikroplastiklerin ve zararlı kimyasalların kullanımını sınırlayan düzenlemeler, doğa dostu formüllerle sürdürülebilir kozmetik üretimi süreçlerinin yaygınlaşmasını sağlamaktadır. Bu gelişmeler, hem markaların çevresel sorumluluklarını yerine getirmesine hem de tüketicilerin ekolojik bilince sahip ürünlere yönelmesine olanak tanımaktadır. Karbon Ayak İzi Azaltma Stratejileri (Enerji Verimliliği, Yenilenebilir Enerji) Karbon ayak izi, insan faaliyetleri sonucu atmosfere salınan sera gazlarının toplam miktarını ifade eder ve iklim değişikliğinin en büyük tetikleyicilerinden biridir. Karbon ayak izini azaltmak için iki temel strateji öne çıkmaktadır: enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kullanımı. Enerji verimliliği, daha az enerji tüketerek aynı çıktıyı elde etmeyi amaçlayan uygulamaları kapsar ve sanayiden ulaşım sektörüne kadar geniş bir alanda uygulanabilir. Binalarda ısı yalıtımı, LED aydınlatma sistemleri, elektrikli araç kullanımı ve verimli üretim teknolojileri, enerji verimliliğini artırarak karbon salınımını azaltan çözümler arasındadır. Yenilenebilir enerji, fosil yakıtlar yerine güneş, rüzgâr, hidroelektrik ve biyokütle gibi doğaya zarar vermeyen enerji kaynaklarının kullanımıdır ve karbon emisyonlarını önemli ölçüde azaltarak sürdürülebilir kalkınmayı destekler. Bu stratejiler, kozmetik endüstrisinde de karbon ayak izinin azaltılması açısından büyük önem taşımaktadır. Kozmetik üretimi, genellikle enerji yoğun prosesler gerektiren bir sektördür ve geleneksel üretim yöntemleri fosil yakıtlara dayalıdır. Bu nedenle, fabrikaların yenilenebilir enerjiye geçiş yapması, güneş ve rüzgâr enerjisiyle çalışan üretim tesislerinin yaygınlaşması, sektörde çevresel sürdürülebilirliği destekleyen adımlardır. Ayrıca, enerji verimliliği kapsamında üretim süreçlerinde atık ısı geri kazanımı, düşük sıcaklıkta çalışan makineler ve su tasarrufu sağlayan sistemler kullanılabilir. Bunun yanı sıra, sürdürülebilir içeriklerin tercih edilmesi, karbon ayak izinin sadece üretim aşamasında değil, tedarik zinciri boyunca da azalmasını sağlayacaktır. Üreticinin görüyoruz ki karbon ayak izi azaltmak ve takip etmek üreticilerin yeni yönetim anlayışı olmakta. Tüketicilerin de karbon ayak izi düşük ürünleri tercih etmesi, sektörün yeşil dönüşümünü hızlandırarak iklim krizine karşı daha çevre dostu bir yaklaşımı teşvik edecektir. Su Kaynaklarının Korunması ve Atık Yönetimi Su kaynaklarının korunması, ekosistem dengesinin sürdürülmesi ve iklim değişikliğiyle mücadelede kritik bir konudur. Artan nüfus, sanayileşme ve küresel ısınmanın etkileri, tatlı su kaynaklarının azalmasına ve su kıtlığına yol açmaktadır. Bu durum, su tasarrufu sağlayan sürdürülebilir çözümler geliştirilmesini zorunlu hale getirmiştir. Yağmur suyu hasadı, su geri dönüşüm sistemleri, damla sulama gibi verimli sulama teknikleri ve endüstriyel süreçlerde suyun yeniden kullanımı, su tüketimini azaltmak için etkili yöntemlerdir. Bunun yanı sıra, atık yönetimi de su kirliliğini önlemek açısından büyük önem taşımaktadır. Sanayi atıkları, tarımsal kimyasallar ve plastik kirliliği, su kaynaklarını tehdit eden başlıca unsurlardır. Geri dönüşüm sistemlerinin yaygınlaştırılması, tek kullanımlık plastiklerin azaltılması, yeniden doldurulabilir ambalajlara geçiş yapılması ve biyolojik olarak parçalanabilen ambalajların teşvik edilmesi, su ekosistemlerini koruma açısından kritik adımlardır. Bu bağlamda, kozmetik sektörü de su kaynaklarının korunması ve atık yönetimi konusunda sorumluluk almak zorundadır. Geleneksel kozmetik üretim süreçleri, büyük miktarda su tüketirken, üretim atıkları da su kirliliğine neden olmaktadır. Su bazlı formüllerin geliştirilmesi, sürdürülebilir hammaddelerin kullanımı ve atık su arıtma sistemlerinin iyileştirilmesi, sektörün su tüketimini azaltmasına yardımcı olabilir. Kozmetik ürünlerindeki mikroplastiklerin yasaklanması ve doğal içeriklerin teşvik edilmesi de ekosistem üzerindeki olumsuz etkileri azaltabilir. Biyoteknolojik Hammaddelerin İklim Dostu Etkisi Biyoteknolojik hammaddeler, geleneksel tarım ve kimyasal üretim süreçlerine kıyasla daha düşük karbon ayak izi bırakan, iklim dostu alternatifler sunmaktadır. Geleneksel hammadde üretimi, yüksek su ve enerji tüketimi, tarımsal alanların aşırı kullanımı ve karbon emisyonları gibi çevresel sorunlara yol açmaktadır. Geleneksel yöntemlerle elde edilen bitkisel ve hayvansal içerikler, yüksek su ve enerji tüketimi ile ormansızlaşmaya neden olurken, biyoteknolojik üretim süreçleri yenilenebilir kaynaklar kullanarak çevresel etkileri minimize etmektedir. Özellikle fermentasyon ve hücre kültürü teknolojileri sayesinde üretilen biyomimetik bileşenler, hem doğal kaynak tüketimini azaltmakta hem de sürdürülebilir bir hammadde kaynağı oluşturmaktadır. Kozmetik sektörü, bu yenilikçi bileşenleri kullanarak hem ekosistem üzerindeki baskıyı azaltabilir hem de su ve enerji verimliliği sağlayarak çevre dostu formülasyonlar geliştirebilir. Geleneksel içeriklerin yerini alan biyoteknolojik hammaddeler, sektörün iklim değişikliği ile mücadelesinde önemli bir adım olup, sürdürülebilir üretim modellerine geçişi hızlandırmaktadır. Sürdürülebilir Tarım ile Elde Edilen Aktifler Sürdürülebilir tarım, toprak sağlığını koruyan, su kaynaklarını verimli kullanan ve sentetik kimyasal kullanımını en aza indiren bir üretim modelidir. Bu yöntemle elde edilen bitkisel aktifler, biyolojik çeşitliliği desteklerken aynı zamanda üretimde karbon ayak izini de azaltmaktadır. Örneğin, organik tarım yoluyla üretilen bitkisel yağlar, özler ve antioksidan bileşenler, sentetik alternatiflere kıyasla daha düşük çevresel etki yaratmaktadır. Sürdürülebilir tarım uygulamaları, kozmetik sektörü için de büyük önem taşımaktadır çünkü bitkisel içerikli kozmetik ürünlerde kullanılan aktif bileşenlerin doğaya zarar vermeden üretilmesi, markaların ekolojik ayak izini küçültmesine katkı sağlar. Laboratuvar Üretimi Yenilikçi Bileşenler (Fermente Edilmiş Maddeler) Biyoteknolojinin gelişmesiyle birlikte, laboratuvar ortamında üretilen fermente bileşenler ve biyomimetik hammaddeler, geleneksel yöntemlere kıyasla çok daha sürdürülebilir bir alternatif sunmaktadır. Fermentasyon teknolojisi, mikroorganizmalar kullanılarak vitaminler, antioksidanlar ve cilt yenileyici bileşenler üretilmesini sağlar. Bu yöntem, tarımsal kaynak kullanımını minimize ederken aynı zamanda su tüketimini de büyük ölçüde azaltır. Kozmetik endüstrisi, fermente bileşenlerden üretilen probiyotikler, enzimler ve amino asitler gibi içerikleri giderek daha fazla benimsemektedir. Bu, hem ürünlerin biyoyararlanımını artırmakta hem de geleneksel hammadde kaynaklarının tükenmesini önleyerek sürdürülebilir bir üretim süreci oluşturmaktadır. Biyoçeşitlilik Kaybı ve Kozmetik Formülasyonlar Biyoçeşitlilik ve kozmetik bir araya gelmesi zor iki kavram gibi düşünülebilir. Biyoçeşitlilik ekosistemlerin sağlığını ve dengesini koruyan en önemli unsurlardan biridir. Ancak, küresel ısınma, habitat tahribatı, aşırı tarımsal üretim ve endüstriyel faaliyetler nedeniyle pek çok bitki ve hayvan türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Kozmetik endüstrisi, bitkisel özler, doğal yağlar ve biyolojik aktif bileşenlere dayalı üretim süreçleri nedeniyle biyoçeşitlilik kaybından doğrudan etkilenmekte ve bu kaybı hızlandıran faktörlerden biri olabilmektedir. Sektörün sürdürülebilir içerikler ve yerel kaynaklar kullanarak doğaya daha az zarar veren formülasyonlara yönelmesi, biyoçeşitliliğin korunmasına katkı sağlayabilir. Tehlike Altındaki Bitki Türleri ve Alternatif İçerikler Kozmetik endüstrisinde yaygın olarak kullanılan bazı bitkisel hammaddeler, aşırı tüketim ve habitat kaybı nedeniyle tehlike altındaki türler arasına girmiştir. Örneğin, sandal ağacı (Santalum album) esansiyel yağı için yoğun talep görmekte ve bu durum, doğal popülasyonlarının tükenmesine yol açmaktadır. Benzer şekilde, antioksidan ve yaşlanma karşıtı özellikleriyle bilinen ginseng (Panax ginseng) bitkisi, aşırı hasat nedeniyle ekosistem dengesini tehdit etmektedir. Bu türlerin sürdürülebilir olmayan yöntemlerle toplanması, biyoçeşitlilik kaybını hızlandırmakta ve ekolojik sistemlere zarar vermektedir. Bu soruna çözüm olarak, biyoteknolojik ve sentetik alternatif içeriklere yönelim giderek artmaktadır. Örneğin, sandal ağacı yağı yerine laboratuvar ortamında fermente edilerek üretilen biyomimetik esansiyel yağlar kullanılabilir. Ginseng'in yerine ise, benzer antioksidan özelliklere sahip fermente edilmiş yeşil çay özü veya deniz yosunu bazlı aktif bileşenler formülasyonlara eklenerek doğaya daha az zarar veren çözümler geliştirilmektedir. Ayrıca, hiyalüronik asit ve mikroalg bazlı biyoteknolojik içerikler, doğal kaynakları tüketmeden yüksek oranda besleyici ve cilt yenileyici etkiler sunarak kozmetik sektöründe sürdürülebilir bir alternatif oluşturmaktadır. Endüstrinin bu yönde bilinçli adımlar atması, tehlike altındaki bitkilerin korunmasını sağlayarak hem ekolojik sürdürülebilirliği destekleyecek hem de tüketicilere çevre dostu ürün seçenekleri sunacaktır. Yerel Kaynak Kullanımının Önemi Yerel kaynak kullanımı, sürdürülebilir üretimi teşvik eden, karbon ayak izini azaltan ve bölgesel ekonomileri destekleyen bir yaklaşımdır. Küresel tedarik zincirine bağımlılık, lojistik süreçlerde yüksek karbon salınımına neden olurken, yerel kaynakların kullanımı bu etkiyi minimize ederek çevresel sürdürülebilirliği artırmaktadır. Türkiye, zengin bitki örtüsü ve doğal kaynaklarıyla sürdürülebilir kozmetik hammaddeleri açısından önemli bir potansiyele sahiptir. Örneğin, Isparta gülü (Rosa damascena) dünya çapında ünlü bir içerik olup, gül yağı ve gül suyu üretiminde kullanılarak yerel çiftçilerin gelirini artırırken ekosistem dostu bir alternatif sunmaktadır. Benzer şekilde, Ege ve Akdeniz bölgelerinde yetişen zeytinyağı ve defne yaprağı özü, doğal kozmetik ve sabun üretiminde kullanılan sürdürülebilir içerikler arasında yer almaktadır. Bu tür yerel hammaddelerin etik ve sürdürülebilir şekilde işlenmesi hem çevresel etkiyi azaltmakta hem de Türkiye’nin biyolojik çeşitliliğini korumaya yardımcı olmaktadır. Ayrıca, Anadolu’da geleneksel olarak kullanılan propolis, lavanta yağı ve çörek otu yağı, ithal kimyasal içeriklere çevre dostu alternatifler sunarak kozmetik sektöründe sürdürülebilir üretimi teşvik etmektedir. Yerel kaynakların bilinçli şekilde değerlendirilmesi hem ekolojik dengeyi koruyacak hem de Türkiye’nin sürdürülebilir üretim kapasitesini artırarak küresel pazarda rekabet gücünü yükseltecektir. İklim değişikliği ile mücadelede sürdürülebilir üretim ve tüketim alışkanlıklarının benimsenmesi kaçınılmaz bir gereklilik haline gelmiştir. Enerji verimliliği, yenilenebilir enerji kullanımı, su kaynaklarının korunması ve biyoçeşitliliğin desteklenmesi gibi stratejiler, çevresel sürdürülebilirliği sağlamanın temel unsurlarıdır. Özellikle kozmetik sektörü, ekolojik ayak izini azaltmak adına biyoteknolojik hammaddeler, fermente bileşenler ve yerel kaynaklara dayalı üretim gibi sürdürülebilir çözümleri benimsemelidir. Bunun yanı sıra, tüketicilerin de çevre dostu ürünlere yönelmesi, sürdürülebilir dönüşüm sürecini hızlandıracaktır. Küresel ölçekte sürdürülebilirlik ilkelerinin uygulanması, yalnızca ekonomik ve çevresel faydalar sağlamakla kalmayıp, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini en aza indirme konusunda da etkili bir çözüm olacaktır. ya da multicosmetics olarak; En büyük hassasiyetimiz gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak. Ürünlerimizin üretiminde yenilikçi ve çevreye uyumlu çözümler geliştirerek sürdürülebilirliği kozmetik endüstrisinin vazgeçilmezi haline getirmeyi hedefliyoruz. Sürdürülebilirlik politikamızın temel ilkeleri doğayı korumak üzerine şekillenmiştir. Ürünlerimizin hammaddesini seçerken doğal kaynakların korunmasına dikkat ediyoruz. Felsefemiz çerçevesinde doğal ve bitkisel özlerin saygılı kullanımına önem veriyoruz. Hem hammadde üretiminde hem de kullanım sonrası oluşan atıklarda çevreyle uyumu göz önünde bulunduruyoruz. Geri dönüşümlü ve sürdürülebilir ambalaj ve karbonsuz üretim ile doğanın hassasiyetini gözetiyoruz. Bu sayede ‘ya da’ cilt bakım ürünleri iklim dostu cilt bakımını doğaya zarar vermeden kendinize armağan edebilirsiniz. Dünyamız düşündüğümüzden daha hassas durumda. Doğayı üretimin ve tüketimin temeline oturtmak artık bir tercih değil, zorunluluk. Müdahale etmeyip, iklim değişikliğine göz yumarız YA DA sürdürülebilirlik ilkesini benimseyip umut dolu bir gelecek bırakırız. Seçim bizim! KAYNAKÇA IPCC (2022) - Climate Change 2022: Impacts, Adaptation, and Vulnerability. Cambridge University Press.  NASA (2023) - Global Climate Change: Vital Signs of the Planet. NASA Earth Observatory.  IEA (2023) - Energy Efficiency 2023 Report. International Energy Agency. UNEP (2023) - Sustainable Consumption and Production in the Beauty Industry. United Nations Environment Programme. UNEP (2023) - Plastic Pollution and Waste Management in the Cosmetics Industry. OECD (2023) - Bio-Based Economy and Sustainable Resource Management. Organisation for Economic Co-operation and Development. OECD (2023) - Sustainable Water Use and Circular Economy Strategies. OECD (2023) - Sustainable Resource Management and Local Sourcing Strategies.  FAO (2023) - Sustainable Agriculture and Biodiversity in the Mediterranean Region. European Environment Agency (2022) - Environmental Impact of the Beauty and Personal Care Industry in Europe. PBES (2023) - Global Assessment Report on Biodiversity and Ecosystem Services.  IUCN (2023) - The Red List of Threatened Species and Plant Conservation Strategies. WMO (2023) - State of the Global Climate 2023. World Meteorological Organization.

Devamını oku